• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
Osmanlıda Merkezi Yönetim

1.OSMANLILARDA YÖNETİM

a-MERKEZİ YÖNETİM

Osmanlı Devleti’nde bütün teşkilat, padişahın mutlak ve ortak olunmaz egemenliğini gerçekleştirmek üzere kurulmuştu. Hükümet, eyaletlerin yönetimi, ordu doğrudan padişahın şahsına bağlı bir bütün olarak teşkilatlandırılmıştı. Bu bütünün merkezinde padişah ve saray teşkilatı bulunuyor ve ülkenin her tarafındaki bütün birimler bu merkezden yönetiliyordu. Devletin payitahtı (yönetim merkezi) İstanbul’du.

 

1-SARAY

Saray padişahın hem özel hayatının geçtiği, hem de devletin yönetildiği yerdi. İstanbul’un fethinden sonra Topkapı sarayı yönetim merkezi olmuştur. Fatih’in yaptırdığı (1459-1464) Saray, XIX. yüzyılın ortalarına kadar padişahların ikametgâhı olarak kalmıştır.

Topkapı Sarayının toplam alanı 700.000 metrekare idi. Sarayın etrafı 1400 metre uzunluğunda bir surla çevrili idi.

Topkapı Sarayı, genel planı itibariyle iki bölümden oluşuyordu: Enderun denilen iç saray ve etrafı odalardan meydana gelmiş bir galeriyle çevrili avlu olan Birun. Bu iki bölümü Babü’s-saade denilen kapı ayırıyordu. Enderun padişahın özel ha-yatını geçirdiği bölümdü. Buranın özel kısımları, padişahın güvenilir hizmetlilerinin istihdam edildiği odalar (Enderun Mektebi) ve Haremdi.

 

a-Enderun

1-Enderun Mektebi

Saray, padişahın güvenilir ve yetenekli kullarının yetiştiği, gerekli bilgi ve deneyimleri kazandıktan sonra, yönetim örgütü içinde önemli görevlere getirilecek insanların seçiminin yapıldığı bir merkez, diğer önemli bir özelliğiyle bir okuldu.

Kapıkulu sistemi, Osmanlı Devleti’nde yönetim ve askerlik görevlerinin birbiriyle bütünleşmiş biçimde gerçekleştirilmesini sağlayan ve uygulayıcı kadroları yetiştiren bir organizasyondu. Bunun çalışması kısaca şöyleydi:

Devşirme usulüyle (Osmanlı Devleti I. Murat’tan itibaren Anadolu ve Rumeli’deki Hıristiyan ailelerden, her aileden bir çocuk olmak üzere alınır. Müslüman ailelerin yanında bir süre kaldıktan sonra Acemi ocağına ya da İç oğlanı olarak saray okullarına gönderilirdi. Devşirme ihtiyaç duyuldukça yapılırdı.) Toplanan oğlanlar, acemi ocağına gönderilmeden önce, içlerinden seçilenler, çeşitli saray okullarına gönderilirdi. Bunlara iç oğlanı denirdi. Buralarda sıkı bir eğitimden geçirilen içoğlanları içinden ikinci bir elemeyle belirlenen en seçkinleri Topkapı Sarayı’ndaki Büyük oda ve Küçük odaya alınırlardı. Bu odalar, yaparak ve yaşayarak verilen eğitimin en önemli basamaklarıydı. Amaç, saraya alınanları gerçek bir dindar, devlet adamı, asker ve seçkin nitelikli bir kişi olarak yetiştirmekti. Büyük ve Küçük Oda’da yetişen içoğlanları, yeniden bir seçim sonucu elenerek, Enderun’da padişahın şahsi hizmetine ait odalara alınırlardı. Kalanlar da askeri bölüklerden Silahdarlar Bölüğü’ne verilirdi. Enderun’da hizmet ve eğitim odaları şunlardı: Seferli odası, Kiler odası, Hazine odası ve Has oda.

Bu odaların her birinin başında bir ağa bulunurdu. İçoğlanları buralarda hem hizmet ederler, hem de eğitim ve öğretimlerini sürdürürlerdi. Enderun’da yetişen içoğlanları, daha sonra çıkma denilen bir atama usulüyle Birun’ da ,bu odaların ağaları da taşrada sancakbeyliği makamı gibi önemli görevlerde istihdam edilirlerdi. Enderun, bu yönüyle devlet adamı yetiştiren bir okul durumundaydı.

2-Harem

Enderun’da kadınlar yönünden aynı fonksiyonları yüklenen bölüm haremdi. Topkapı Sarayı’nda ikinci avlunun solunda Divan-ı Hümayun’un arka kısmında yer alan Harem-i Hümayun genellikle Haliç’e nazır çeşitli sofalar, koridorlar, daireler, odalar, çeşmeler ve hizmet binalarından oluşmakta idi.

Harem’in düzeni, çalışma usulleri odalarınkine benziyordu. Başkalfa Kadın’ın yönetiminde yeterince görevlinin bulunduğu Harem’de kadınlar Enderun’un erkekler bölümününkine benzer bir eğitime ve pratik çalışmaya yönelirlerdi. Saraya alınan kadınlar, Harem’deki deneyimleri statülerine göre cariye, şakird, gedikli, usta ve haseki gibi adlarla sıralanırlardı. Eğer padişah tarafından sarayda alıkonulmazlarsa çıkma ile saray dışında görevlendirilen kapıkullarıyla evlendirilirlerdi. Harem halkını, padişah, valide sultan, padişah hanımları, sultanlar, şehzadeler gibi Harem’de hizmet edilenler ve ustalar, kalfalar, cariyeler şeklinde hizmet edenler olmak üzere iki grupta değerlendirmek gerekir. Harem Darü’s-saade Ağası (Harem Ağası-Kara Ağa) tarafından idare edilirdi. Harem Ağası Harem’in dış bölümü ve ihtiyaçlarıyla ilgilenirdi.

 

b-Birun

Birun, sarayın dış bölümüydü. Padişah bu bölüme açılan Babü’s-saade’de devlet işlerine bakardı. Fatih Sultan Mehmet bu kapının gerisinde Arz Odası yaptırmıştı. Birun’da padişah’ın taşra hizmetine ilişkin teşkilatı yer alıyordu. Bunlar şunlardı:

Yeniçeriler, Altı Bölük Halkı (KapıkuluSipahileri), Topçular, Cebeciler, Mehterler, Müteferrikalar, çaşnigirler, çavuşlar, Kapıcılar ,seyisler, çakırcılar,  darphane eminliği, şehreminliği, Hassa mimarları vb.

 

2-İSTANBUL’UN YÖNETİMİ

 

1453’te Fatih tarafından alınan İstanbul, Osmanlı Devleti’nin simgesi haline geldi. İstanbul alındığı zaman, Fatih burayı özenle koruyup geliştirecek önlemler aldı. Şehre Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toplu iskân faaliyetlerine girişildi. Böylece yeni semtler oluşturuldu. Devlet adamlarının kurduğu vakıf siteleri yoluyla şehrin çehresi değişti ve Türk kimliği kazandı.

  Osmanlılar İstanbul’a Dersaadet,Der-i Aliye, İslambol gibi isimler vermişlerdir. Genel düzen ve güvenliği doğrudan sadrazamın sorumluluğundaydı. İstanbul’un bütün yöneticileri, hangi koldan ve zümreden olurlarsa olsunlar, zümrelerinin en üst derecesinde sayılırlardı. Sadrazam sefere çıktığı zaman İstanbul’da bir sadaret kaymakamı bırakırdı. Adalet işlerine taht kadısı bakardı. Belediye işlerinden Şehremini sorumlu idi. Zamanla İstanbul’un nüfusu arttığı için, iaşesini sağlamak üzere özel önlemler alınmış ve ülkenin birçok yerinin ürünlerinden belirli miktarlar sadece İstanbul’a tahsis edilmişti.

 

 

3-DİVAN-I HÜMAYUN

 

a-Kuruluşu

Osmanlılar başlangıçtan itibaren Divan’ı almışlar ve çalıştırmışlardır. Divan-ı Hümayun sarayın bir parçasıydı. Divan’ın başlıca iki özelliği en üst yönetim örgütü ve en yüksek mahkeme olmasıdır.

Divan,Birun’da Babü’ssaade önünde Divanhane denilen yerde toplanırdı. Fatih kanunnamesine göre ”Divan’da oturmak vezirlerin, kadıaskerlerin, defterdarların ve nişancıların yolu”ydu. Sonradan Divan’a yeni üyeler eklenmiştir. Divan-ı Hüma-yun’da padişaha ait yetkileri kullanmak üzere görevlendirilmiş üç kolun temsilcileri vardı. Bu kolar seyfiye, ilmiye,  kalemiye kollarıydı. Bu kollar arasında yetki bakımından ince bir denge vardı ve bu kolların üyesi olan görevliler ,merkezden taş-raya uzanan yönetim, yargı ve maliye kurumlarının yetkilisi olarak işlem yaparlar.

b-Yapısı

 

1-SEYFİYE(EHL-İ ÖRF)

 

Padişah örfünün uygulayıcısı olan bir koldu. Diğer bir deyişle yürütme gücünü temsil ediyordu. Divan-ı Hümayun’daki temsilcileri vezirlerdi. Birinci vezir,vezir-i azam veya sadrazam diye adlandırılır ve devlet işlerinde padişahın mutlak vekili sayılırdı.1475’e kadar padişah Divan’a bizzat başkanlık yapmıştır. Ondan sonra bir arz odası inşa edildi. Padişah divan üyelerini burada kabul etmeye başladı. Divan’da görüşülen önemli konulara ilişkin kararlar ancak padişahın onayı ile kesinlik kazanırdı.

Ancak devlet işleyişine ait sıradan işlemler Divan’da kesin karara bağlanırdı.

Vezirler Divan’da rütbece sıralanırlar ve kendilerine kubbenişin vüzera denirdi. Örf kolu,Divan dışında vezir, beylerbeyi, sancak beyi, kapıkulu zabitleri ve neferleri, tımarlı sipahileri olarak devam ederdi. Seyfiyenin iki temel görevi yönetim ve askerlikti.

Yönetim Görevi: Osmanlı yönetim geleneğine göre, eayanın refah içinde yaşayabilmesi, adaletle yönetilebilmesi için, seyfiye kolu içindeki her dereceden görevli bey veya paşa unvanıyla merkezde ve taşrada görev yapıyordu.

Askerlik Görevi: Seyfiye’nin bir görevi de askerlikti. Osmanlı ordusu, devletin diğer kurumlarında olduğu gibi, kapıkulu ve tımar sistemlerinin birleşmesinden bir silahlı kuvvetti. Ordunun ağırlığını kara ordusu oluşturmaktaydı.  Ancak erken tarihlerden itibaren Osmanlılar denizcilikte de önemli faaliyetler yürütmüşlerdir.

 

 

2-İLMİYE

 

Osmanlı Devleti’nde ikinci önemli kol ilmiye sınıfıydı. İlmiye sınıfı,medreselerden yetişen bilgili kişilerden oluşuyordu. İlmiyenin devlet yönetiminde ve toplum toplum içinde üç önemli görevi vardı:Tedris,kaza ve ifta. Bu üç görevden ilki bilgi aktarma görevi idi. Buna tedris denmiştir. Medreselerde Müderrisler tarafından verilirdi. İkinci görev, kaza görevi idi. Kaza aslında hükümdara ait olan bir yetki idi. İlmiye bu yetkiyi onun adına kullanıyordu. Kaza, İslam hukukuna göre hüküm verme görevidir. Bu kaza görevi iki boyutluydu. Boyutunun ilk yönü, kişiler arasındaki anlaşmazlıkları “fasl”etmek, yani çözümlemekti. Bu bakımdan kaza yetkisini kullanan kadı ,bir yargıçtı. Kazanın ikinci boyutu, kamu düzeni ile ilgiliydi ve bakımdan kadılar yönetim konusunda da büyük yetkilerle donatılmışlardı. Osmanlı kanununa göre,”bey,kadı hükmü olmaksızın icraatta bulunamaz, kadı da hüküm verdikten sonra hükmün yerine getirilmesini bizzat kendisi yapamazdı. ”İlmiye mensuplarının üçüncü görev alanı ,ifta; yapılanların şeriata uygun olup olmadığı konusunda fikir beyan etme yetkisiydi. Bu yetkiye sahip olana müftü (şeyhülislam) denirdi. Müftüler, kendilerine başvurulması durumunda herhangi bir işlemin veya eylemin din kuralla-rına uygun olup olmadığına dair fetva verirlerdi.

Şeyhülislam ve ilmiye mensuplarının özlük işlerini yürüten kadıaskerler, Divan-ı Hümayun’un üyesi olan ilmiye men-suplarıydı. Müderris, kadı veya müftü aynı kol içinde olan görevlilerdi. Bu sebeple bir ilmiye mensubu  bu görevlerden herhangi birini yapabilir, isterse zaman içinde birinden diğerine geçebilirdi.

Kadıların yönetim açısından görevleri şunlardı: Miras, ticaret ve nikâh işlemlerini karara bağlarlardı. Yönetici olarak kadının kendi hüküm bölgesinde bütün görevliler üzerinde denetim yetkisi vardı. Hükümdardan gelen emirleri halka duyururdu. Vergilerin toplanmasında etkiliydi.

Kadının en büyük yardımcısı naib idi. Naibler bilhassa nahiyelerde kadı adına hüküm verirlerdi. Bazı büyük kazalarda miras işlemlerini yürütmek üzere kassam denilen görevliler bulunurdu. Mahkemelerde ayrıca kadıya bağlı olarak çalışan muhzırlar vardı. Bunlar davalıları mahkemeye getirmek ve hüküm sonrasında davacının hakkının alınmasında kendisine yardımcı olmak gibi önemli bir görevi yerine getirirlerdi. Kamu davası niteliğini taşıyan davaların suçlularını kadı huzuruna getirmek görevi, bir örf mensubu olan subaşıların görevi idi.

Müderris, kadı ve müftülerin özlük işlerini kadıaskerler düzenlerdi. Bu bakımdan Rumeli ve Anadolu kadıaskerlerinin kendilerine bağlı ulemanın işlemlerini kayd ettikleri ruzname veya ruznamçe adını taşıyan kayıt defterleri bulunurdu.

Mahkemelerde tutulan kayıtlara sicill-i mahfuz denir ve buna dayanarak kadılar her işlem için bir ilam verirlerdi.

 

“Kemalpaşazade ilimde mütebahhir ve allame olunca bir ara kendisine bir kibir ve gurur arız olmuş. Öğrencilerinden birisi bu hali ayıplayıp ona bir oyun oynamak istemiş ve bir ders sonrası sormuş:

-Hocam!Bir sualim var;Allah’ın ilmine nispetle kulların ilmi ne kadardır?

-Be hey torlak molla;bu söylediğin teşbih kabul etmez şeydir.

-Öyle de üstadım, farz ederek de mi ölçemeyiz?

Bunun üzerine Kemalpaşazade büyükçe bir kağıda bir yuvarlak çizip içine de küçük mü küçük bir nokta koyarak,

-Bak a molla,demiş, bu daire Allah ilmi olsun, işte kulların bildiği de ancak şu noktacık kadardır.

Molla fırsatı kaçırmayıp taşı gediğine koymuş:

-Hocam, kerem buyurup şu noktanın içinde siz de kendi ilminizi bize gösterseniz!..

Kemalpaşazade o günden sonra böbürlenmeyi bırakıp mütevazi bir alim olarak yaşamış.

 

Biz hükümlerimizi ayağımızla değil, kafamızla veririz.

 

III.Selim Devrinde doğruluğu ile tanınmış bir alimi kadı tayin etmek isterler. Kadının ayağındaki kunduralar eski ve yamalı olduğundan kendisini sevmeyenlerden biri:

-Böyle ayağına giyecek bir ayakkabısı olmayan adam kadı yapılır mı?...diye laf edince, kadı ona şu cevabı göndermiş:

-Kendisine söyleyin . Biz hükümlerimizi ayağımızla değil, kafamızla veririz.

 

3-KALEMİYE

 

Bu sınıf, Osmanlı idari ve mali bürokrasisini oluşturuyordu. Divan’daki temsilcileri Nişancı ve Defterdardı. Nişancı, tımar sisteminin uygulanmasını sağlayan organizasyonun başındaydı. Ayrıca başta Divan yazışmaları olmak üzere, devlet merkezindeki bütün muamelatı emrindeki katiplerle yürütüyordu. Defterdarlarda maliye alanında aynı fonksiyonları yüklenmişlerdi. Küttab sınıfı, bu özellikleriyle devletin şeriat dışında örf alanındaki kurallarını sıkı sıkıya saklayan gruptu.

Nişancı: Tevki’i de denirdi. Nişancının üstlendiği görevler bakımından iki önemli işlevi vardı. Bunlardan ilki, merkez bürokrasinin her türlü işlemlerini yürütmekti. Bunu kendisine bağlı Reisü’lküttab ve ona bağlı kalemler vasıtasıyla yapıyordu.

Beylikçi Kalemi: Divan kalemi denilen bu kalem, Divan-ı Hümayun’un işleyişi sırasında tutulan kayıtları düzenlerdi.

Tahvil Kalemi: Bu kalem, her kolun yüksek dereceli görevlilerinin özlük (atama, tayin, azil vb.)işleriyle ilgili ferman ve beratları düzenlerdi. Ayrıca tımar sistemi ile ilgili her türlü emirlerde buradan çıkarılırdı.

Ruus Kalemi:Tahvil kalemi dışında kalan devlet görevlilerinin özlük işlerine bakardı.

Amedi Kalemi: Sadrazam ile padişah arasındaki yazılı ilişkilerin, dış ilişkilere ait metinlerin düzenlendiği kalemdi.

Nişancının görev alanına giren ikinci işlevi, merkezde üçüncü hazine sayılan Defterhane-i amire idi. Defterhane’de tımar uygulamasına ait kayıtlat tutulurdu. Defterhane Defter Emini denen bir görevlinin denetiminde idi. Defterhanede yapılan işlemlere göre Mufassal, icmal ve Ruznamçe kalemleri vardı. Merkezdeki defterlerin bir nüshası da eyaletlerde bulunurdu.

Defterdar:Osmanlı Devleti’nde maliyenin sorumlusu idi. Padişah malının vekili idi. Hazinede Defterdarın sorumluluğunda idi. İki hazine vardı. İç hazine,dış hazine. Padişahın özel serveti ve değerli eşyaları iç hazinede saklanırdı. Dış hazine,yöne-tim sorumluluğu sadrazam ve defterdarın üzerinde olan hazineydi.  Devlet maliyesini asıl dış hazine ilgilendirmekteydi. İç hazine gerektiğinde başvurulan bir kredi kaynağı durumundaydı. Klasik dönemde Anadolu ve Rumeli olmak üzere iki defterdar bulunurdu. Mali işlemler Defterdara bağlı çeşitli kalemlerce yürütülür-dü. Bunların başlıcaları şunlardı: Ruznamçe kalemi, Maliye Ahkam Kalemi, Tarihçi Kalemi, Gelir-Gider kalemi.”

Osmanlı döneminde, yabancı bölgelerden gelen mektup belgelerin bulaşıcı hastalık tehlikesine karşı özel karışımlarla tütsülenip dezenfekte edildiği ortaya çıktı.

Araştırmacı –yazar Kamil Şahin tarafından yapılan çalışmada ,Osmanlıların yurt dışıdan gelen ya da şüpheli görülen mektup ,belge ve yazışmaların salgın hastalık tehlikesine karşı tütsüleme yoluyla dezenfekte edildiği ve bu işlemler için sterilizasyon merkezleri kurulduğu belirlendi. 18. ve 19. yüzyıllarda “Tahaffuzname” ismi verilen merkezlerde,sterilizasyon işleminde kullanılan ilaç ve maddelerle merkezlerde çalı-şan görevlilerin almış oldukları maaşlar ve diğer masraflar belgelerde ayrıntılı şekilde yer alıyor.

 

  
24320 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam123
Toplam Ziyaret1042071
Saat