• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
Yeni Osmanlılar ve Hürriyet

YENİ OSMANLILAR (GENÇ TÜRKLER-JÖN TÜRKLER) VE HÜRRİYET

 

Bu değişen evrenin olaysız kaldığı yoktur. Feleğin çarkı düzenli dönmüyor, dönüşü vakitli vakitsiz yorgunluklara uğruyor. Karışıklık­lara ve çekişmelere en çok uğrayan ve en geniş alan olan yer politika­dır. İnsanoğlunu tabiatın zorunluğu ilerlemeye ve yükselmeye ve bunun için de devamlı harekete sevketmiştir. Uygarlıkla gelişen fikir adamı sınırlı çevresini yarıp ileriye atlamaya heveslidir. Dünya tarihi bu do­ğuştan şevkin pek çok örneğinin şehadet aynasıdır.

On üçüncü Hicret asımın (Milâdi XIX. Yüzyıl) ikinci yansı Osmanlı topluluğunda da bu çeşit hareketlere şahit olmuştur. Kuleli olayı(l) de­nilen ve birkaç kişilik bir demek tarafından yapılmasına teşebbüs edi­len olay sırf Sultan Abdülmecid’in şahsı ile ilgili olup devlette esaslı bir reform yapmak fikrine dayanmıyordu. Bu sebeple hiçbir etkili so­nucu olmadı.

Âli Paşa’nın en uzun süren son sadrazamlığı başlarında Yeni Os­manlılar adı altında bir gençler grubu ortaya çıkmıştı. Bu ad sonraları Fransızcadan çevirme “Genç Türkiye” (2) ye dönüşmüştür. Yeni Osmanlıların amaç, meslek örgütleriyle geleceklerine dair biraz bilgi verelim:

Yeni Osmanlıların, yeni deyimle Genç Türkiye’nin amacı, Âli Paşa’nın ağır ve ezici politikasına son vermek ve devlette hürriyetçi bir yönetim kurmaktı. Bunun için evvela Âli Paşa’yı yerinden düşürmek ve ikinci olarak onun yerine yeni düzene taraftar ve hürriyetçi yöneti­mi sağlayacak taraftar kimseler bularak yerine oturtmak gerekiyordu. Programlarında icap ederse Âli Paşa’yı yok etmek de varmış.

Dernek halini alan bu gençler ara sıra toplanarak karşılıklı fikir alış verişinde bulundukları gibi bu işi nasıl yapacaklarını kararlaştırmak ve yeni hükümeti oluşturacak kişileri belirlemek için bir gün Ayasofya camiinde toplanıp görüşmüşlerse de oybirliği ile kesin bir karara vara­mamışlardı. Mehmet Bey sadrazamlığa amcası Mahmut Nedim Paşa’yı (3) ve diğer bazıları da Ahmet Vefik Efendi’yi (Paşa) tavsiye ediyorlardı. Bakanlıklara da aydın fikirlilerden doğruluğu ile tanınmış devlet adamları aday gösteriliyordu. Ahmet Vefik Efendi (Paşa)’nın bu işten haberi var mı idi bilmem. Fakat Maarif Nezaretine (Milli Eğitim Ba­kanlığına) aday gösterilen Salih Efendi hiçbir şeyden haberi olmadığı­nı ve durumu öğrenince(4) Âli Paşa’ya anlatarak kendisini temize çıkarmaya uğraştığı sırada “merak etmeyiniz Efendi Hazretleri; ter- tipçilerin kim olduğunu ve kimlerin dahil bulunduğunu biz biliyoruz” güvencesini aldığını söylerdi.

Cemiyetin ruhu ve başı Mehmet Bey idi. Mehmet Bey Mahmut Nedim Paşa’nın kardeşi Sağır Ahmet Bey’in(*) küçük oğlu olup yakın­lığı dolayısıyla amcasını bakanlar kurulu başkanlığına uygun buluyor­du. Ziya Bey (meşhur şair Ziya Paşa) mabeyn kâtiplerinden iken Sultan Abdülaziz’in padişah oluşunun ilk zamanlarına onunla yakınlık sağla­yarak Âli Paşa aleyhinde ağır sözler söylermiş. Âli Paşa tepmesine uğ­rayarak kâtiplik görevinden alınmış ve taşra memurluklarına atanmıştı(5). Hürriyetçiler grubundan olduğundan sonradan Paris’te. Genç Türklerin fikir ve mevki bakımından en büyükleri olmuştu.

Ayasofya toplantısından sonra emniyet durumu öğrendiğinden şiddetle araştırma ve takibata başlamıştı. Bir gece Sağır Ahmet Bey’in İstinye’deki yalısını ellek ellek aradılar. Adı geçenin büyükoğlu Ali Hay­dar Bey anlatırdı: Aramadan bir gece evvel geç vakit Mehmet Bey ya­lıya gelerek yanma bir miktar eşya aldıktan ve annesi, analık şefkati ile, bütün parasını ve iki parça elmas iğnesini kendisine verdikten son­ra yalıdan savuşup Avrupa’ya kaçmayı başarmış. En küçük oğlunun bu girişimlerini yeteri kadar bilmeyen Ahmet Bey evinde yapılan yakı­şıksız aramadan üzülerek ertesi günü Ali Haydar Bey’i Fuad ve Âli pa­şalara şikâyetlerini bildirmek için göndermiş. Âli Haydar Bey evvela Kanlıca’ya Fuad Paşa yalısına geçerek ayak üzerinde paşaya durumu anlatabilmiş ve onun tavsiyesi üzerine doğru Bebek’e Âli Paşa yalısına inmiş; Âli Paşa’ya babasının sözlerini iletmiş. Ahmet Bey eski şöhre­tinden ve evine yapılan onur kırıcı hareketten bahsederek nasıl bir suç ve kabahat işlediğini bilmediğini, hükümetin kendisine karşı güveni kalmadı ise İstanbul dışında kararlaştırılacak ve gösterilecek bir yerde oturmaya hazır olduğunu söylemiş imiş. Âli Paşa “babanız beyefendi­ye özellikle selam ederim, kendisine yerden göğe kadar güvenimiz vardı, lâkin zabıta haberlerinde Mehmet Bey Efendi’nin ismi dolaşıp duru­yor, kendisinden bazı şeylerin soruşturulması gerekiyor, aranıyor fa­kat bulunamıyor, rahat olsunlar ve Mehmet Bey nerede ise bulup hükümete göndersinler, hükümetin başka maksadı yoktur” gibi söz­lerle Ali Haydar Bey’i nazik bir şekilde savmış.

Mehmet Bey’le kaçmayı başaranlar Nuri (Reji komiseri) ve Re- şad beyler idi. Doğru Paris’e gittiler. Arkalarından Ziya Bey ve Agâh Efendi ve Namık Kemal dahi gelip Paris’te toplandılar. Rüşdiye öğret­menlerinden Ali Suavi de İstanbul’dan kaçmıştı. Evvelkiler kendisine pek yüz vermemişlerdir. Paris’te bulundukları müddetçe Mısırlı Mus­tafa Fazıl Paşa(6) her birine rütbelerine göre aylık bağlayarak geçim­lerini sağlamıştır.

Mustafa Fazıl Paşa, İbrahim Paşa’nın oğullarından olup babasın­dan 35-40 milyon frank kadar miras yemişti. Yaşı dolayısıyla Mısır hi­droliğine aday idi. İstanbul’da bakanlık yaptı ise de fikir bağımsızlığına sahip ve hürriyet taraftan olduğundan(7) Genç Türklere dost idi(**).

Genç Türkiye adım alan (8) Yeni Osmanlılara, Paris’te öğrenim yapan veya görevli bulunan Müslüman veya Hıristiyan gençlerimize III. Napoleone’nun baskılı idaresinden şikâyetçi olan hürriyetçi Fransız gençleri de katılarak bir siyasi demek kurdular. Meşhur gazeteci ve tarihçi Leon idi(9). Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahatinde Genç Türkler Fransa Hükümeti tarafından geçici olarak Paris’ten uzaklaşmaya çağrıldığından Londra’ya gittiler ve orada muhbir ve Hürriyet gazete­lerini yayınlamaya başladılar. Muhbir Ali Suavi’nin gazetesi idi. Bu ga­zeteler Beyoğlu’nda Tünel başında bugün Verdun’un gözlükçü dükkânında bulunan Vik adında ihtiyar bir Fransız kitapçısından gizli­ce alınırdı(10).

Bu gençlerin gerçekten devlet ve milletin hayrına dönük olan amaçları yüceltilmeye ve adları milletin hafızasında saklanmaya lâyık­tır. Vatandan ayrılmaları ve gurbeti göze almaları, hükümetin her türlü takibatını göze almaları kuşkusuz fedakârlıktır. Fakat istedikleri şey ne idi ve memlekette bunu yapmak mümkün mü idi? İşte buralarım ta­mamıyla belirleyemiyorlar ve tahmin edemiyorlardı. Evet, istenilen hür­riyet idi. Amma bu çekici sözün politik anlamı sözlüklerdeki manası gibi açık ve belirli değildir. Avlanması zor bir avdır. Onu getirdik de­mekle gelir mi? Ve gelse de yerinden hoşlanarak yerleşip kalır mı? Yoksa iyi kabul edildiği zannı ile kendine gösterilen ilginin ya eksik ve ters ve özellikle mantıksız olduğunu görerek başım alıp çıkar gider mi? Genç­lik sebebiyle düşünülemeyen şeyler bunlardı. Çünkü o çok nazlı şeyi getirmekten ziyade korumak güçtü. Çünkü cilveli olduğu kadar titiz olduğundan aşıklarında içten bağlılıktan sapmaya benzer bir hareket gördü mü sezdirmeden gözden kaybolur. Gerçi ciğer yakan sevgisi gö­nüllerde sağlam yer etmiştir, fakat ararsanız dışarıda bir izini bile bu­lamazsınız.

Genç Türkler o nazlı sevgiliyi kucakladık sanmışlar ve âşıklığın bütün heves ve zevklerini tatmışlardı. Buluşma ve kavuşmanın geçici ye ayrılık yarası ile millî onurda açılacak yaraların devasız olacağını kestirememişlerdi. Fakat ne zarar. Fuzulî’nin “Salik-i rah-ı hakikat aşka eyler iktida-hakikat yolunda olan aşka uyar” dediği gibi hak yolunda çar­pışanların sağı başarının tadı ve solu ayrılık acısı olduğu, doğuştan dövüşçü (ll)nün “Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet; Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten” özleyici feryadı, can yakıcı aleve soğuk su akıtan avutucu bir kaynak yerine geçmez mi? Bu çeşit avutma siya­si yenilikçiler için yeter mi bilmem.

Her ne ise; gençler topluluğu bu tatlı hayallerle bir müddet Pa­ris’te vakit geçirdi; memleketlerine gizlice soktukları yayınlarıyla bir uyarma ve uyanma meydana getirecekleri ümidini besleyip durdular. Acaba başarsalar ne yapacaklardı; yapılmasındaki güçlük ve tehlike belli olan Âli Paşa hakkındaki niyetleri ki programlarının birinci maddesi idi, gerçekleşti ve paşa yerinden atıldı farzedelim. Esas amaç olan hür­riyet rejimi ne şekilde ve kimler tarafından vücuda getirilecek, nasıl kurulacak idi. Burası kendilerince pek kolay görünmesine rağmen uy­gulaması gayet güç ve zordu. Şekli ve genişliği çizilmemiş ve sınırlan­dırılmamış, bir kesin deyim olarak ortaya atılmış olan hürriyet rejimini bilgili ve akıllıca ve milletin kavrayışı ile uygun olarak, geleneklerine uygun bir şekilde düzenlemek gibi önemli vazifesi ilk düşünüldüğü gi­bi Mahmut Nedim Paşa veya Ahmet Vefik Efendi’nin (Paşa) başkanlı­ğında kurulacak emin ve güvenilir bir bakanlar kuruluna bırakılacağına göre kuruculuk hizmetini yapacak olan kişilerin her kim olursa olsun her şeyden önce yeteneği, bilgisi, düşüncesi, şahsî görüşü, millî onuru, işinin ehli, kısacası böyle büyük bir işe yeterli olup olmadığı enine bo­yuna incelenmesi ve tartılması gerekli idi. Halbuki adaylardan Mah­mut Nedim Paşa’nın karakteri ikbal koltuğuna oturunca bütün çıplaklığı ile meydana çıkıverdi. Ahmet Vefik Efendi’nin (Paşa) millî onuru, bil­gisi ve bilinen metaneti ile beraber hür fikirli ve sert tabiatı böyle na­zik ve pürüzlü bir işi yürütmeye uygun değildi. Zamanın devlet adamları arasında Yeni Osmanlıların istediklerini değerlendirecek ve kabul ede­bilecek yalnız bir büyük adam vardı. O da Fuad Paşa idi. Fuad Paşa, memleketin ihtiyaçlarım kavramış, hürriyet yönetiminin faydalarını tak­dir eden, becerikliliği ve güzel konuşması sayesinde işleri çevirmeye muktedir ise de ortamın durumunu göz önünde tutan ve öngörülen iş­lerin yerine getirme imkânını görmedikçe tehlikeli bir yola girmesi as­la umulmayan paşaya açılmaya elbette cesaret edememişlerdi. Ama iş duyulduktan sonra karşı olmadığı ve Paris yararının gözdesi ve beğen­dikleri olduğu da bilinmektedir(12).

"Hürriyet ateşinin parıldayışı ile” ışıldayan genç dimağlar tatlı kuruntularına senelerce renk kattılar ve Paris âleminde iyi karşılandı­lar. Büyükelçimiz Cemil Paşa kendileriyle hiçbir ilişkide bulunmamış ise de rahatsız edilmeleri için de hükümet üzerinde hiçbir teşebbüste bulunmamıştı. Ziya Bey’in (Paşa) Zafemâme’si(13) Paris’te yazılmış­tır. Rahmetli öğretmen Feyzi "zafernâme şairin kafasında kasidesi, tah­misi ve şerhi üçü beraber düşünülmüş en mükemmel bir eserdir” derdi.

Adı geçenin sonradan padişaha sunduğu kasidelerin birinde ha­yattan şikâyet konusundan başlayarak söylediği:

Bir hasm-ı bi mürüvvete duş ettikim beni

Kalb-i haşin-i bilmez idi rahm ü şefkati

İtfaya bezl-i himmet ederdi hased edip

Her kimde görse zerre füruğ-ı liyakati

Enzar-ı lütfün etmiş idim celb Efendimin

Abd-i keminenin bu idi hep kabahati

Yalvardım itizar ve tazarrular eyledim

Asla tagayyur etmedi kin ve husumeti

Encam-ı kâr Kıbnsa nefy etmek istedi

Gördüm ki cana kasd idi manada niyeti

Bir başka çare kalmadı tahlis-i can için

Terk-i diyara eyledim âhir azimeti

Bais bu oldu terkime minnetti canıma

Yoksa Veli-i Nimetimin emir ve hizmeti

Beş yıl tahammül eyledim alam-ı gurbete

Koymam hesaba gördüğüm envai mihneti

Pir etti tazelikte beni baht-ı Vaj-gün

 Âlemde bence bitti hayatın halaveti

Bah çoktan eyler idim nefsimi telef

Menetmeseydi talatının şevk-i ruyeti

Hakk’a hezar şükür ki ol şer-i mahzdan

Etti halâs hem beni mülk ü milleti

beyitlerinde şairlik mübalağasını dikkate almazsak, Âli Paşa hakkındaki fikir ve duygulan açıklığa kavuşuyor. Halbuki paşadan gördüğü muamele “El-ceza min cins el-amel - Ceza Amelden sayılır” cinsinden idi(14).

Her ne ise, Ziya Bey (Abdülhamid Ziyaeddin) Âli Paşa’nın ölümün den sonra İstanbul’a gelebilmiş ve yine devlet hizmetine girerek çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Adana valisi iken orada ölmüştür (1296-1879) Beş sene kadar evvel vezirlik rütbesine kavuşmuştu.

Kemal Bey(***) İstanbul’a daha evvel dönerek İbret gazetesini yayınlamaya başladı. Nuri, Ebuzziya Tevfik ve İsmail Hakkı beyler yazı kurulunda idiler. Ahmet Mithat Efendi de o sırada basın âlemine atıl­mıştı. İbret, siyasi ve edebi makalelerinde vatan ve hürriyet fikirlerini açıkça ima ettiğinden 19. sayısında Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazam­lığı sırasında kapanmış ve Kemal Bey (Namık Kemal) Gelibolu mutasarrıflığına atanmıştı. Mithat Paşa sadrazam olunca Kemal Bey istifa ederek İstanbul’a gelmiş ve İbret gazetesini tekrar yayınlamaya devam etmişti. Koleksiyonu 132 sayıdır. Gazete kapatıldığı gün matem işareti olarak kara bir çerçeve içinde, çarpık dizilmiş bir ilâve çıkararak sonu­na “Yaşasın millet, Yaşasın vatan” dualarını yine sıkıştırmıştı. Ancak İbret'in parlak makaleleri o zaman halkın anlayış seviyesiyle uygun ol­madığından okuyup anlayan ve zevkine varan gençler ve fikir adamla­rı azınlıkta ve eski Ceride-i Havadis'i ona üstün tutanlar çoğunlukta idi.

Genç Türklerin ateşli dimağları sakinleşmemiş ve sayılan bir öl­çüde çoğalıp amaca ulaşmak için her türlü ilerleme ve medeniyet yollarını yurda sokma gayret ve çalışmasından vazgeçmemişlerdi. Güllü Agop Efendi(15) Gedik Paşa tiyatrosunu açmış olduğundan tiyatroya çeviri veya telif yoluyla piyes sağlamak, sanatçıları yetiştirmek ve konuşmalarını düzeltmek işini üzerlerine aldılar. Başlarını derde uğratan da bu tiyatro işi oldu. Kemal Bey’in (Namık Kemal) Silistre yahut Vatan (Vatan yahut Silistre) piyesi sahneye ilk konduğu gece tiyatro çok kalaba­lık olup (Mustafa Fazıl Paşa da orada imiş) seyirciler duygularının etkisi ile coşarak “Yaşasın vatan” seslerine hep bir ağızdan katıldıkları gibi yazan sahneye çağırarak tekrar tekrar alkışlamışlar ve tiyatrodan çı­karken büyük bir kalabalık tarafından da uğurlanarak “yaşasın Ke­mal, yaşasın millet” diye gösteri yapmışlar ve “muradınız nedir, muradımız budur, Allah muradımızı versin” gibi sözlerle hürriyet ta­raftan olduğu etrafa yayılmış olan Veliahd Murad Efendi’nin adını di­le getirmişlerdi. Ertesi gece piyes ikinci kez oynanırken Kemal Bey tiyatroda tutuklanarak yönetim emriyle yani duruşmasız kendisini Magosa’ya (Kıbrıs) Nuri ve Hakkı beyler Akkâ’ya ve Ahmet Mithat Efen­di ile Tevfik Bey (Ebuzziya Tevfik)(16) Rodos’a sürülmüşler ve saltanat değişikliğine kadar sürgün yerlerinde kalmışlardır. İftiracılar Sadrazam Esat Paşa’yı da onlarla birliktir diye padişaha çekiştirdikleri söylenir.

 

(*) Ahmet Bey, Mahmut Nedim Paşa kardeşlerinin en büyüğü olup bilgili, ciddi ve temiz bir kimse idi. Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında bir gün ziyaretine giderek tutumunu düzeltmesini nasihat ve tavsiye ettiğinde kendisini beğenmiş paşa tarafından hafife alınarak karşılanmış ve aşağılanmış olduğundan “bari Naima tarihini okusanız biraz uyanırdınız” diyerek oradan ayrılmış ve bu makamda iken bir daha yanma uğramadığını anlatırlardı.

(**) Saraylara en sonra giren "doğru sözdür" deyimi Mustafa Fazıl Paşa’nındır. İstanbul’da, Asım Paşa konağında (şimdi Evkaf Bakanlığı) ilk defa kulüp kuran odur.

(***) Kemal Bey, Âli Paşa’nın ölümüne “hake defnettiklerinde söyledim tarihini. Yen geçti sadr-ı Âli vardı der-ki esfele=Toprağa gömdüklerinde tarihini söyledim, yere geçti Âli’nin vücudu cehennemin dibine vardı” tarihini söylemişti. Bir şakacı bu beyti değiştirerek aşağıdaki gibi okurdu: “Çıktı zor canı habisin söyledim tarihini, yere geçti Sadr- Âli gitti derk-i esfele”. Adı geçenin bundan sonraki hayatı bilinmektedir.

    Paris yaranından Agâh Efendi Anadolu müfettişi Müşir (Mareşal) Şakir Paşa’nın büyük kardeşidir. Vaktiyle Tercümanı Efkâr adıyla bir gazete çıkarmış ve Posta Nezaretinde (Ulaştırma Bakanlığında) bulunmuştur. İstanbul’a döndükten sonra yine devle hizmetine girmiş bir aralık Ankara’ya sürülmüştü. Son görevi Atina elçiliğidir, orada ölmüştür.

Reşat Bey sonraları Rumeli Beylerbeyliği rütbesini kazanarak paşa olmuş ve idare hizmetlerinde bulunarak inmeli olarak ölmüştür. Ali Ferruh’un babasıdır.

En son dönenleri Ali Suavi’dir. Mithat Paşa’nın muhaliflerinden olduğundan ile­rideki makalelerde anlatılacağı üzere paşanın İstanbul’dan Avrupa’ya uzaklaştırılmasın­da Basiret gazetesine birtakım yazılar yazmış ve bu sayede padişah sarayına sızmıştı. Bir aralık Sultani Mektebi (Galatasaray Lisesi) müdürlüğüne atanmıştı. Gayet idaresiz ve çulpaz bir adamdı (hırpani giyimli). Kapamacılardan aldığı hazır bir kostüm ile zibidi kıyafeti bilenlerin gözü önündedir. Okulun yönetim ve öğretimini karma karışık etti. Genç Türklerin Paris’te bu yalancı şöhrete yüz vermemeleri pek haklı imiş. Okuldan alındığında kinini içinde saklayıp Sultan Murad’ı (V. Murad) padişah yapmak üzere silahlı bir toplu­lukla Çırağan Sarayı’na hücum etmek gibi bir delilikte bulunduğu gün sarayın bahçesin­de öldürülmüştür. 17 Cemaziyülula 1295-1878.

Başkanları olan Mehmet Bey babasının ve amcasının ısrarları üzerine politika­dan çekilmişti.

 

AÇIKLAMALAR

 

1 — Kuleli Olayı Abdülmecid’in padişahlığının son senelerinde 1859 yılında çoğunluğunu o zamanki Tophane Müşirliği memurlarından oluşan ve içlerinde ulema ve asker sınıfından bazı önemli şahısların da bulunduğu anlaşılan gizli bir kuruluşun devlete karşı bir harekete girişmek üzere birleşmeleri ve fakat girişimi gerçekleştirmeye vakit ve imkân bulamadan yakalanarak bugünkü Kuleli Askeri Lisesinde (o zaman okul değil kışla idi) yargılanmaları ve katılanlara çeşitli cezaların verildiği bir olaydır. Katılanların gerçek amaçlarının n olduğu hâlâ kesinlik kazanmamış olan bu olay hakkında bir kısım yazarla Türkiye’de meşruti bir idare kurmak amacını güttüğünü söyledikleri gibi bir kısımları da Sultan Abdülmecid devrindeki ilerici hareketlere karşı bir reaksiyon ve Abdülmecid’i tahttan indirerek Abdülaziz’i padişah yapmak olduğum ileri sürerler. Bugün olay hakkındaki en yatkın hüküm ne meşrutiyet rejim taraftarlığı ne de gericilik akımı olmadığı, ancak, imparatorlukta bu çeşit İlk ayaklanma teşebbüsü olduğudur.

     2— Burada anlatılan olaylarla Yeni Osmanlıların bir ilişkisi yoktur. Yazarın an tattığı olaylarla ilgili topluluğun adı "Meslek” kuruluşudur. Yakın zamanlara kadar meslek kuruluşu ile Yeni Osmanlılar aynı kuruluş olarak kabul ediliyordu. Yeni Osmanlılar 1867yazında Paris’te bir araya gelen Ziya Be; (Paşa), Namık Kemal, Ali Suavi gibi o devrin ünlü yazarlarının kendileri hak kında kullandıkları bir deyimdir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bak. Prof. Dr Kaya Bilgegil: Yeni Osmanlılar. Ankara 1976. E. Koray: Yeni Osmanlılar Belleten Ankara 1984.

     3— Mahmut Nedim Paşa, Âli Paşa’nın ölümü üzerine 1871’de sadrazam olan ve Sultan Abdülaziz’e yaranmak için her şeyi yapan, Rus taraftarlığı politikası dolayısıyla Nedimof diye adlandırılan M. Nedim Paşa devlet borçlarını bir bildiri ile yarıya indirerek içte ve dışta devletin itibarını düşürmüş ve nihayet bu kötü politikası ile Abdülaziz’in tahttan indirilmesine rol oynamış bir devlet adamıdır.

     4 — Salih Efendi o devrin ünlü tıp bilginlerinden olup Avrupa ’da ilk tıp öğretimi görmüş doktorlardan olup ilk üniversitenin kurulduğunda burada fizik dersle­ri vermiş, hekim başı unvanı ile zamanında büyük saygı görmüştür.

     5— Şair Ziya Paşa Sultan Abdülaziz tahta çıktığı sırada sarayda Mabeyn başkâtipliği görevini yapmakta iken sık sık Âli Paşa hakkında padişaha şikâyette bulunduğundan onun önerisi üzerine bu görevden alınmış ve Kıbrıs Mutasar­rıflığına gönderilmiştir.

     6— Mustafa Fazıl Paşa, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın torunu ve İbrahim Paşa’nın oğludur. Kardeşi İsmail Paşa’nın çevirdiği fırıldakları sonucu Mısır’a vali olma hakkını kaybedince İstanbul’a gelmiş ve kardeşinin yerine geçmek için padişah ve devlet adamlarıyla ilişkiler kurmuştur. Bir aralık hü­kümette Meclis-i Hazain başkanlığı görevini de yapmış ise de Fuad Paşa ile arası açıldığından İstanbul’dan uzaklaştırılmış, Fransa’ya giderek orada Genç Osmanlılarla işbirliği yapmıştır.

      7— Yazarın bu hükmünü kabul etmek zordur. İleride de görüleceği gibi bu gençle­rin koruması kendi çıkarları için olduğunu söylemek daha gerçekçi bir görüş olduğu kanısındayız.

     8 — Yeni Osmanlılar kendilerini daha önce Türkistan 'm Erbab-ı Şebabı, İttifak-ı Hamiyet gibi adlarla anıyorlardı.

     9 — Leon Cahune bir Fransız yazar ve tarihçisi olup Türk tarihi üzerinde yazılar yazmış ve Türklere yakınlığı ile tanınmıştır.

   10— Verdu 'nun gözlükçü dükkânı tünelin Beyoğlu tarafındaki kapısının karşısına rastladığı, ancak sahibinin, adı, yazarın dediği gibi Vik değil Coque (Kok) ol­duğu Ebuzziya Tevfik’in Yeni Osmanlılar tarihi adlı eserinde belirtilmekte­dir. Ebuzziya olayların içinde bulunmuş olduğuna göre onu sözünün doğru olduğuna inanmak gerek. Yazarın bugün dediği zaman XX. yüzyıl başlarıdır.

11— Doğuştan döğüşçü olarak kabul ettiği kişi Namık Kemal’dir.

   12— Tanzimat devlet adamlarından Mithat Paşa dışında Reşit Paşa, Âli Paşa ve Fuad Paşa gibi şahısların parlamenter hürriyet rejimi hakkındaki düşüncelerinin ne olduğu bugün de kesin olarak bilinmemektedir. Yalnız o devri yaşa­mış olanların anlattıklarına göre üçlerin (Reşit, Âli ve Fuad paşalar) arasında Fuad Paşa’nın parlamenter rejime taraftar olduğu ve yaşasa idi memleketi bu yola götüreceğine dair bazı işaretler bulunmaktadır.

  13— 11 numaralı makalenin 24 sayılı açıklamasına bak.

  14       — Yukarıda söylendiği gibi sarayda mabeyn kâtibi olduğu ve yeni padişah Sul­tan Abdülaziz’le yakınlığı bulunduğu sırada Âli Paşa’nın sadrazamlıktan uzak­laştırılması yolundaki sözleri ima edilmek isteniyor.

15— Güllü Agop Efendi ilk Türk tiyatrosunun kurucularından idi Özellikle 1868’de Gedik Paşa’da açtığı ve kendi adıyla da anılan Osmanlı Tiyatrosunda Namık Kemal’in yazdığı Vatan Veyahut Silistre adlı piyesinin halktan gördüğü ya­kın ve coşkun ilgi üzerine tiyatrosu bir müddet kapatılmış ve Namık Kemal Magosa 'ya sürülmüştü.

16— Tevfik Bey meşhur Ebuzziya Tevfik Bey’dir ki yazılarıyla ve eserleriyle oldu­ğu kadar kurduğu yayın ve basımevi ile Türk kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuş bir vatanseverdir. Abdülhamid II. ’in tahta çıkışı üzerine diğer bu çeşit sürgünlerle beraber İstanbul’a dönmüştür.

Kaynak: Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985, Ankara. S.136-144.

Konunun pdfsi için tıklayınız.

  
727 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam207
Toplam Ziyaret1040098
Saat