• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
Fotoğrafların ve Tanıkların Dilinden Erbaa Tarihi



PROJENİN ADI: Fotoğrafların ve tanıkların dilinden Erbaa Tarihi (1920-1970)

TÜBİTAK

ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ ARASI

ARAŞTIRMA  PROJELERİ YARIŞMASI SAMSUN BÖLGE FİNALİ

2012

Projeyi Hazırlayan: 

Öğrenci:
Çağrı BAŞ
Fatih KAYA
Danışman Öğretmen:
Arif ÖZBEYLİ

PROJENİN AMACI: Fotoğraf son yüz elli yılın kaynaklarından biridir. Birçok ailede veya fotoğrafçı da toplumun genelini yansıtan fotoğraflar var. Bu fotoğrafların birçoğu maalesef zamanla kaybolup gitmektedir. Aynı şekilde aynı dönemi yaşamış insanlarda birer ikişer bu hayattan ayrılmaktadır. Amacımız kaybolmadan fotoğrafları ve yaşayanların anlattıklarını kayıt altına almak, fotoğrafların ve yaşayanların dilinden Erbaa’nın bir dönemine ışık tutmaktır.

A-)GİRİŞ
Konusunu yaşanan gerçeklikten alan fotoğraf; insanların kültürlerinin, yaşam biçimlerinin, toplumsal değerlerinin, siyasal ve toplumsal hareketlerinin, toplumun kendisine veya bir başka topluma aktarıldığı bir araçtır. Toplumsal bir soruna yaklaşımda ‘söz’ unutulup giderken ‘görüntü’ hem kalıcı olabilmekte hem de sorunun çözümü ve ortadan kaldırılması konusunda birer kanıt oluşturmaktadır.
Tarih açısından baktığımızda ise özellikle son yüzyıllarda en önemli kaynaklardan biri haline gelmiştir. Fotoğraf sayesinde yüzlerce yıl öncesine gidebildiğimiz gibi kaybolan , unutulan, yıkılan bazı değerleri ve eserleri hatırlama ve tekrar yaşatma imkanına kavuşabiliyoruz. Bazen kaybettiğimiz atamızın, dedemizin, bazen de tarihi bir olayın izlerine bir fotoğrafta rastlayabiliyoruz. II.Abdülhamit’in oluşturduğu fotoğraf albümü sayesinde Osmanlı devletinin son dönemi ve balkanlardaki Osmanlı izleri hakkında daha detaylı bilgiler elde edebiliyoruz. Yerleşim alanların değişimi hakkında da fikirler elde edebiliyor, bu konuda ki bilgileri ve belgeleri de yeni nesillere aktarabiliyoruz.
Yaptığımız bu çalışmayla Erbaa’nın eski fotoğraflarından yola çıkarak Erbaa tarihinin belli bir kesitini tarihi tanıkların anlatımlarından da yararlanarak yazmaya çalıştık. Bunu yaparken de bazı fotoğraf albümlerinden, aile albümlerinden, fotoğrafçılardan yararlandık.

B-) ERBAA ADININ KAYNAĞI VE ERBAA’NIN TARİHÇESİ
1-)Erbaa’nın Adının Kaynağı
Erbaa adının kaynağı ve zaman içerisindeki değişimi,çeşitli kaynaklardan araştırıldğında karşımıza birçok veri çıkmaktadır.Örneğin,bugünki Erbaa’nın temelini Erek Köyü ve mahallesi oluşturmaktadır. Erek, bazı ansiklopedik bilgilere ‘Herek’ olarak da kullanılmaktadır. Herek kelimesi;uzun sopa,fasulye sırığı,asmaların yere yatmasını önlemeye yarayan kazık anlamında kullanılmıştır.Uzun bir zaman ‘Erek’ olarak adlandırılan bölgeye,Tanzimat Dönemi’nde ‘Nevahi-i Erbaa’ ismi verilmiştir.Kelkit ve Tozanlı çaylarının birbirinden ayırdığı Eyrek, Karayaka, Sunisa ve Tasabat adı verilen dört bölgeyi bir merkezde birleştirmesi,bu ismin verilmesinin nedenidir.Ayrıca,dört bölgenin her birinin nüfus yönünden birer nahiye büyüklüğünde olması da dördüne birden,dört nahiye anlamına gelen ‘Nevahi-i Erbaa’ isminin verilmesinde etkili olmuştur.
1840 tarihinde yapılan servet sayımlarına ait defterde bölge, ’Kaza-i Erbaa’ adıyla zikredilmektedir.Ayrıca Erbaa’nın kaza merkezine ilişkin bilgilerde,yörenin eski adı olan ‘Erek’ isminin kullanıldığına da 1907 tarihli Sivas Vilayeti Salnamesi’nde rastlanılmıştır.Son olarak yukarıda ifade ettiğimiz ifadelerin yanında,yöreye Kelkit ve Tozanlı çaylarının bölgeyi doğudan ve batıdan dörde bölmesi nedeniyle,bölgeye Arapça’da dört anlamına gelen ‘Erbaa’ adının verildiğidir.
2-)Erbaa’nın Tarihçesi
Erbaa Yöresi’nin ilk çağlardan itibaren bir yerleşim birimi olduğu,bu bölgedeki yer isimlerinden ve yapılan çeşitli arkeolojik araştırmlardan ortaya çıkarılan tarihi eserlerden anlaşılmaktadır.
1957 yılında Tahsin Özgüç başkanlığında Horoztepesi höyüğünde yapılan kazılarda çıkan eserlerden bu bölgenin tarihinin Tunç Devri’ne (MÖ.2300) kadar gittiği anlaşılmıştır. Bu eserler Ankara Etnografya müzesinde sergilenmektedir.


Ankara Etnografya Müzesi’nde Sergilenen Horoztepesi Höyüğünden Çıkan Eserler



   Bazı araştırmalar ışığında,Milattan 5000 yıl önce yaşamış Sümerler’in,Dicle ve Fırat arasında yer alan Mezopotamya Vadisi’ne ulaşmadan önce,ilk konak yerlerinin Kelkit Havzası ve Ordu ili civarı olduğuna dair sonuçlara ulaşılmıştır.Tarihçilerin,ele geçirilen vesikalar, ve bölgede yapılan kazılar sonucunda ulaştıkları sonuç; Ordu,Tokat ve Kelkit Havzasındaki bazı yer adlarının,Sümerlilerin yaşamış bulunduğu Mezopotamya’da da kullanılmış bulunduğunu göstermektedir.Örneğin;Erbaa’nın ilk adı olan ‘Erek’ isminin Mezopotamya’da Sümerler’in başkentinin adı olarak kullanıldığı bilinmektedir.
   Bazı tarihçilere göre,Sümerler,Orta Asya’dan veya Kafkasya’dan gelerek Karadeniz Bölgesin’de,Tokat ve Kelkit havzasında yerleşmişler,daha sonra kendileri veya yakınları Mezopotamya’ya göç etmişlerdir.Ayrıca çeşitli kalıntılar ve tarihi kayıtlara dayanan araştırmalar,Erbaa’nın kapsadığı Kelkit Havzası ve civarının önceleri Sümerler’in ve Hititler’in elinde bulunduğunu daha sonraları sırasıyla Pontoslar’ın,Romalılar’ın,Emeviler’in ve Abbasiler’in ve Bizansılar’ın idaresine geçtiğini göstermektedir.
   Pontoslar’ın yönetimde olduğu dönemde, Erbaa’nın eski adı olan Erek kullanılmamış,yöreye ‘Tonorova’ adı verilmiştir.Daha sonra Hükümdar Mihridatopor tarafından,bölgenin ‘Opotorya’ olarak adlandırıldığı ve hükümet merkezinin de Opotorya’nın 16 km güneyindeki ‘Kafriya’ şehri olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabon, Neosazara (Niksar) ve Pontöksen(Taşova) arasında bulunan ‘Fonorova’yı, Pontus’un en güzel bir parçası olarak nitelendirmiştir.Ayrıca ‘Liküs’ (Kelkit) ve ‘Iris’ (Yeşilırmak) sularının geçtiği bu geniş ve verimli vadinin zeytinyağı,üzüm,şarap ve hububatları ile ünlü olduğunu kaydetmektedir.
Erbaa’nın Doğu Roma İmparatorluğu’nun idaresi altına girdiği dönemde,İmparator Pompey tarafından şimdiki ‘Boğazkesen’ mevkii, ‘Magnapolis’ olarak değiştirilmiş ve hükümet bugünkü Hayati (Doğanyurt) Bucağı’na bağlı ‘Emerya’ (Emeri Bağpınar) Köyü’ne taşınmıştır.Bundan seksen yıl sonra da hükümet merkezinin Neosazara’ya (Niksar) nakledilmiş olduğu bilinmektedir. Erbaa 344 ve 499 yıllarında iki büyük tahripkar depremle ağır hasara uğramıştır.
Erbaa,11.yüzyılın sonlarına kadar Bizanslılar’ın egemenliğinde kalmış,daha sonra 1077 senesinde Selçuklu Sultanı 1.Kılıçarslan ile Anadolu’ya gelen Melik Danişment Ahmet Gazi tarafından zaptedilmiştir.Böylelikle bölgede Türkler’in yerleşmesi sağlanmıştır.Melik Danişment Ahmet Gazi’nin kurduğu beyliğin başkenti Sivas olmuştur.Erbaa 1140 ve 1164 yıllarında Bizanslılar’ın hakimiyetine girdiyse de Selçuklu Sultanı 2.Kılıçarslan tarafından geri alınmıştır.Ancak ,yerli halkın Danişmentli Zünnün ve Şahinşah’ın yönetimini istemleri ve bu nedenle başkaldırmaları neticesinde Erbaa karışıklıktan yararlanan Bizanslılar tarafında yeniden ele geçirilmiştir.Ancak Danişment Sultanı Zünnün’ün Selçuklu Sultanı 2.Kılıçarslan ile iş birliği yapmaya hazırlandığını duyan Rumlar geri çekilmek zorunda kalmışlardır.Daha sonra 2.Kılıçarslan’ın ülkesini iki oğlu arasında paylaştırması sonucunda Erbaa,Kılıçarslan’ın byük oğlu Rükneddin Süleyman Şah’ın topraklarının sınırları içinde kalmıştır.Erbaa’nın tarihi Tokat, ve Niksar’ın tarihine bağlı olark gelişmiştir.15.yüzyılın ortalarına kadar Doğu Anadolu’daki çeşitli Türk devletleri ve Osmanlılar arasındaki sınır üzerinde bulunan Erbaa,1473 yılında Otlukbeli Savaşı ile kesin olarak Osmanlılar’ın hakimiyetine geçmiştir.
Erbaa’nın 1670’lerde çok küçük bir yerleşim birimi olduğu, bu tarihlerde yöreden geçen Evliya Çelebi’nin o zamanki adıyla Erek’e uğramayarak buraya 5 km uzaklıkta bulunan Eksel Köyün’de konaklayıp daha sonra Niksar’a geçmesinden anlaşılmaktadır.
Sunisa,Karayaka ve Tasabat’ın Eyrek’le birleşmesi neticesinde Erbaa kazası adını alan bölge,1840 servet sayımlarında Tokat Sancağı’na bağlı Kaza-i Erbaa olarak kaydedilmiştir.
C-) ERBAA’NIN SİYASİ TARİHİ (1920-1970)
1-Anastas’ın Konağı ve Anastas



Anastas Kimdir?
  Endikpınar köyü rumlarındandır. Çevredeki bütün rumların tek hakimi ve çete reisi idi.Rumlar arasında geçerli olan özel bir mührü vardı.Koca Anastas Türkiye’deki rumlarla irtibatlı bulnuyordu.İsyan eden Rumlara karşı Kuvai Milliye saflarında savaşan Türk çetelerinden İverönü köyünden Yunis Ağa,Kamil Pehlivan,Muttalip Ağa,Mahmut Ağa,Kartosman köyünden Azimet Umay,Erzenüs köyünden Kara Süleyman ve Gemre köyünden Sıddık çavuştan teşekkül eden çeteler,Azılı Rum çetesi Koca Anastas’ı Erzenüs köyünde Davut Ağa’nın evinde delik deşik ederek yere sermişlerdi.Türk çeteleri daha önceden kararlaştırdıkları plan üzerine Koca Anastas’ın bulunduğu Davut Ağa’nın evinin karşısına yerleşmişler ve açtıkları mazgal deliklerinden Koca Anastas’ı gözetlemeye başlamışlardı.Bir sabah şafak vakti evin dış kısmındaki helaya çıkan ve elindeki dürbünle etrafı kolaçan eden Koca Anastas,tekrar eve girmiş ve ikinci defa çıkışında Türk çetelerinin kurşun yağmuruna hedef olarak can vermişti.Peşinden dışarı fırlayan 5-6 kişi aynı kurşunlara hedef olmuşlardı.Tam bu sırada Erzenüs köyü yakınlarında 2-3 yüz kişilik maiyetiyle bulunan Anastas’ın kardeşi,ağbeyinin imdadına koşmuş ise de,aynı vaziyette delik deşik edilerek kardeşinin cesedi üzerine serilmiştir. Saldırıya geçen çok sayıdaki rıum çetelerini,Türk çetelerinin imdadına yetişe Çerkez Ahmet çetesi ve Erbaa’dan gelen takviye kuvvetleri bozguna uğratarak darma dağın etmişlerdi.
    İstanbul'da açılan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın Misak-ı Millî kararlarını alması üzerine İtilâf Devletleri'nce işgal edilmesi, Ankara'da yeni bir meclisin toplanmasını zorunlu hale getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920'de yayınladığı seçim genelgesiyle Ankara'da açılacak yeni meclis için çalışmalar başlatmıştır. Aynı zamanda Erbaa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Mustafa Kemal Paşanın bu bildirisi üzerine yeni kurulacak hükümetin millî isteklere uygun nitelikte kurulması için Meclis-i Mebusan'a telgraf çekerek millî egemenliğe dayalı bir meclise baştan itibaren destekleyeceğini göstermiştir. Tokat'ta 27 Mart 1920'de Birinci Meclis seçimleri yapılmıştır. Erbaa Müftüsü Hoca Fehmi Efendi Tokat'tan seçilen 5 milletvekili arasında yer almış, ancak mazeret beyan ederek istifa etmesi üzerine yerine Mustafa Vasfi (Süsoy) Bey milletvekili olmuştur.
    Pontusçu Rumlar ve Ermeni azınlıkların mezalimleriyle karşı karşıya kalan Erbaa halkı, aynı zamanda çetelerin insanlık dışı hareketleriyle derinden sarsılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi otoritesini güçlendirmek ve asayişi sağlamak amacıyla 29 Nisan 1920'de çıkardığı Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla isyancılar cezalandırılarak Erbaa'da emniyeti sağlanma yoluna gitmiştir.
Pontusçu hareketlerin ve çete faaliyetlerinin yoğun olduğu Erbaa bölgesine zaman zaman bu amaçla heyetler gelmiştir. Amasya Mutasarrıfı'nın 18 Ekim 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderdiği raporda Erbaa bölgesinde çalışmalar yapan İrşâd Heyeti'nin çalışmalarının başarılı olduğu belirtilmektedir. Bu raporda, "Memleketin müdafaasına ve asayişin temin ve hüsnü muhafazasına ait hususâtta mahalli rüasâ-yı mülkiye ve askeriyesiyle teşrik-i mesai eylemek ve halkı irşâd suretiyle de muvazzaf olmak üzere yedlerine taraf-ı sami-i riyaset penâhîlerinden vesika verilerek memuren i'zâm kılındıkları Dahiliye Vekaleti'nden tebliğ ve iş'âr buyurulan Amasya mebuslarından Dr. Asım ve Miralayzâde Hamdi ve Topçuzâde Ali Bey bütün mülhak kazaları ve lüzum görülen bazı köyleri dolaşarak vazifey-i irşâdiyeyi hüsn-ü ifâ etmiş, Topçuzâde Ali Bey Tokat'ın Erbaa Kazası'na giderek orada dahi uhdelerine mevdu vazifey-i vataniyenin hüsn-ü ifâsına muvafık olmuşlardır. Mumaileyhimin vezâif-i mezkure ile Amasya'ya izamlarından meskut olan fevâid ve muhassenâtın tamamiyle hasıl olduğu arz olunur" denilmektedir.
   Millî Mücadele yıllarında Erbaa, Osmanlı Devletine başkaldıran Rum ve Ermeniler başta olmak üzere bazı kötü ve yıkıcı emelleri olan isyancı grupların barınacak yer buldukları bir konuma sahip olmuştur.
Erbaa'da bulunan Rum ve Ermeniler'in nüfusu azınlık durumundadır. Birinci Dünya Savaşı başladığında 27 bin olan Erbaa nüfusunun 3 bin kadarı Rum ve Ermeniler'den oluşmaktaydı. Ancak bunun yanında Erbaa'nın Sarıtarla, Çediğen, Endikpınar, Gölönü, Kırkharman, İşkili, Kozlucan, Ilıca, Kızöldüren, Herizdağı, Kalaycılar, Karapınar, Sarıgöl, İncesu, Gökçeşme ve Halilekinciği köylerinde yaşayan insanların tamamı Rum ve Ermeni azınlıklarından oluşmuştur. Pontus sorununa kadar Osmanlı Devleti'nin diğer yerlerinde yaşayan azınlıklarında olduğu gibi Erbaa'da da ticari faaliyetler bu azınlıkların elinde idi. Erbaa'da bulunan işyerleri ve dükkanların büyük çoğunluğu, Tüfekcioğlu, Abıcıohanoğlu, Mandikyan, Asador Efendi, Analon Efendi, Anastas Efendi, Zadıroğlu, Darıcıoğulları, Süzmeziyan Efendi, İstefehan Usta, Ohannes Usta, Karabet Usta gibi Rum ve Ermeni vatandaşlar tarafından işletilmiştir.
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın uygulamaya başlaması üzerine birçok yerde olduğu gibi Pontus bölgesi içerisinde yer alan Erbaa'da Pontusçu Rum çeteleri kurulmuştur. Erbaa ve çevresinde Pontus faaliyetlerinin başlamasıyla birlikte Erbaa halkı gerekli tedbirleri almakta gecikmemiş, bu faaliyetler karşısında yetkili makamlarla haberleşme ve alınacak tedbirlerde yetkili olmak üzere 22 Şubat 1919'da Erbaa adına eşraftan Hazım Efendi, Hacızâde Mustafa Bey, Avni Bey ve Rasim Beyler seçilmişlerdir.
    Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıktıktan sonra Harbiye Nezareti'ne gönderdiği raporlarda, Niksar ve Erbaa yörelerinde kuvvetli 5 Rum çetesi bulunduğunu ancak bu çetelerin hareketsiz bir şekilde olduğunu ifade etmiştir. 26 Mayıs 1919'da Tokat Mutasarrıflığından yörenin asayişine dair aldığı bilgiyi 3. Kolordu Komutanlığı'na bir şifre yazı ile göndermiştir. Buna göre; Erbaa Kazası'nda genel af üzerine serbest kalan ve eşkıyalık yapan 200 kişilik Hacıbey köylü Lenger Haçor, 150 kişilik Kozlucaalan köyünden İstepil, 100 kişilik Kırkharman köyünden Anastas, 60 kişilik Karamuklu Çakır ve 180 kişilik İkinigarlı diğer Anastas çeteleri Samsun ve Amasya yörelerindeki çetelerle ilişki içerisindedirler. Ayrıca Lenger çetesi bomba ile donanmış bulunmakta ve bu çetelerin ellerinde Osmanlı, Rus silahları bulunmaktadır.
Bu çetelerin dışında Erbaa civar köylerinde faaliyet gösteren, müslüman halka karşı tedhiş hareketleri, öldürme, soygun, gasp, yıldırma gibi insanlık dışı olaylar ortaya koyan Rum çeteleri de kurulmuştur. Erbaa Kaymakamı Halil Rifat Beyin verdiği resmi raporda bu yörede kurulan çeteler; Erbaa Kazası'nda oturan Tokatlı saatçi Yuvanıkı, Andon oğlu Sifron, Kataralı Kel Anastas, Kırkharman Köyü'nden Anastas, Sarının oğlu Yani, Kanbur, Yorgi, Kalaycı Yasef, Gariboğlu Vasil, Keşişoğlu Panayot, Vasiloğlu Mariko, Karayani, Hacı Abus'un Oğlu ve çete reisi Koca Anastas, Endikpınarı Köyü'nden Anastasoğullarından Karayani, Hacı Pavli oğullarından Anastasoğlu Dimit, Papasoğullarından Deli Andon'un oğlu Antemiyos, Kiraki Damadı Mihail, Lefterin eniştesi Çerdiğenli Çakır, Büyük Papazın torunu Koca Anastas ve çete reisi Koca Anastas, Hacı Vasil Köyünden Haci Beraşki oğlu İlya, Kostantin oğlu Anastas, Arap oğlu Yani, Dimit oğlu Nikola, Macıkoğullarından Yorgi oğlu Nikola, Bülbüloğlu Yorgi, Gülecinoğlu Kostantin, Çırakoğullarından İstavri oğlu Mihail, Pamuk oğlu Lazari, Panayot oğlu İlya, Paylak Dimit, Canik oğlu Anastas, Tekke Köyü'nden Cab Bacak, Kürtler Tekkesi Köyü'nden Söylemez oğlu Tanas, İşkili Köyü'nden Kocamanoğlu Hambi, Yunan Yani, Gölönü Köyü'nden Yanko, Neofilos, Pavli, Kel Yani, Naçar Anastas ve babası, Biliçoğlu Hilos, Çavuşoğlu Yani, Küçük Yani, Cibril Köyü'nden Hacı Borisoğullarından Kostantin, Anastas oğlu Lazari, Kara Pavli, Efrim, Hacı Pulosoğullarından Sava oğlu Kostantin, Fadara Köyü'nden Haydut Çakır, Abaza oğlu Dimit, Abaza oğlu Sava, Abaza oğlu Pavli, Hristo oğlu Kostantin, Abaza oğlu Dimpos, Abaza oğlu Papas Neodipos, Abaza oğlu Kireki, Hacı Sava oğlu Anastas, Kemençeci oğlu Anastas, papas Yanidiyos, Beraş oğlu Bortol Hambi, Mihail oğlu Arslan, Tanas'ın Estel, Papas'ın Tilki Arslan, Yenidere Köyü'nden Tanas oğlu Esdil, Kozlucalan Köyü'nden Kireki oğlu Lazari ve Pavli, Serniç Köyü'nden Tavukçunun İsdil, İris Haci, Hacı Alaksenoğlu Kirkor, Baltabıyık Mihail, Kızöldüren Köyü'nden Manas, Tanas, Koca Abus, Boğalda oğlu Yorgi, Gökçukur Köyünden Torna oğlu Çakır, Herizdağı Köyü'nden İstavros oğlu Yasef, Yorgi, Kalaycıoğlu Sava, Karapınar Köyünden Beraş oğlu Pandili, Lazari oğlu Panayot, Yani oğlu Panayot, Yani oğlu Papa Dimit, Papa Nikola olmak üzere sayıları 91’i bulan çete reisleri tesbit edilerek resmi makamlara bildirilmiştir. Bu çeteler gasp, eşkıyalık, jandarma ve asker öldürme gibi Erbaa'da müslüman halk üzerinde baskı kurmak, asayişi bozmak suretiyle Pontus emellerine zemin oluşturmaya çalışmışlardır.
    Erbaa Rumları, Erbaa çevresinde yaptıkları Pontusçu faaliyetlerinin başarıya ulaşması için, Rum Cemiyetleri'nden ve Samsun Rum Metropolithanesi'nden yardım almışlardır. Samsun Rum Metropolithanesi'nden Erbaa'nın başkaryeleri için Eleftiryadis'e 25 Temmuz 1919'da 25 bin kuruş, Erbaa Heyeti'ne 6 Temmuz 1920'de 100 bin kuruş yardım yapılmıştır. Bunun dışında İstanbul Rum Göçmenleri Merkez Heyeti'de Erbaa'daki Rumlara parasal yardımda bulunmak amacıyla 50 Osmanlı lirası göndermiştir. Yine İstanbul Pontus Genel Merkezi Osmanlı Bankası vasıtasıyla 1919 ve 1920 yıllarında Erbaa Heyeti'ne 50 Osmanlı lirası gön-dermiştir.Yapılan bu yardımlar Erbaa Rumları'nın güçlenmesini sağlamış, faaliyetlerinin artarak devam etmesini sağlamıştır.
    Erbaa kazası Rum çetelerinin en çok faaliyette bulundukları, mezalimlerini yaptıkları yerlerden biri olmuştur. Şıhlı köyünü baştan başa yakan Rum'lar 80 kişiyi öldürmüşler ve 1300 büyük ve küçükbaş hayvanı gasp etmişlerdir. Değişik köylerde Şıhlı köyünde olduğu gibi yağma ve katliam yapmışlardır. Erbaa'da işlenen cinayetlerde toplam 275 müslüman öldürülmüş, 20 kişi ağır şekilde yaralanmış, 30 kadar gelin ve kızın dağlara kaldırılarak iffetleri ayaklar altına alınmış, değişik köylerden 400 kadar hayvan gasp edilmiş ve yakılan 6 köyde toplam 697 ev yakılmıştır. Şüphesiz Rum ve Ermeni çetelerinin yaptıkları mezalim bu rakamlarla sınırlı değildir. O günlere şahit olan Erbaa halkının sonraki nesillere aktardıkları olaylar çok daha vahimdir.
   Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin teşkilâtlanmasına büyük önem vermiştir. Özellikle Heyet-i Temsiliye ile birlikte Sivas'tan Ankara'ya gidişlerinde bazı yörelerde Müdafaa-i Hukuk Teşkilatları'nın kurulmadığını görmüş ve bu konuda Heyet-i Temsiliye adına Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi'ne 6 Ocak 1920 tarihinde gönderdiği genelgede, Müdafaa-i Hukuk teşkilatları olmayan yerlerde bir an önce cemiyet tüzüğüne uygun teşkilatlanmaya gidilmesi direktifi verilmiştir. Bu genelgenin yayınlanmasından sonra Tokat Sancağı'ndaki ilçelerde teşkilatlanmalar hız kazanmış ve Erbaa'da da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmak suretiyle Millî Mücadele çalışmaları yürütülmüştür. Erbaa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri, Başkan Alim (Ateş ) Bey, üyeler İmamoğlu Şevki (Önder) Bey, Mustafa (Tanoba) Bey, Erzurumlu Mevlüt ( Özalp ) Bey, Ziya ( Gegin ) Bey ve Sivas'lı Hafız Müdür olarak bilinen Tekke Nahiyesi Müdürü'nden oluşmaktadır. Cemiyet bir yandan Millî Mücadele'yi Erbaa halkına doğru bir şekilde anlatmaya çalışırken diğer yandan da işgallere karşı protestolar yayınlamak suretiyle tepkisini dile getirmiştir. Ayrıca işgal bölgelerinde bulunan insanlara yardımlar göndererek onların acılarını paylaşmaya çalışmıştır.
Millî Mücadele'de yöneticilik yapan Erbaa ileri gelenleri, bu harekete karşı olumsuz tavır takınmamışlar aksine ellerinden gelen desteği vermeye çalışmışlardır. 1915-1916 yılları arasında belediye başkanı olarak görev yapan ve daha sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti içerisinde yer alan Mustafa (Tanoba) Bey ve Şevki (Önder) Bey'ler, cemiyete kasalarını açmak suretiyle maddî desteklerini esirgememişler, Erbaa'da oluşturulmuş Kuva-yı Milliye birliklerinin iaşe ve maaşlarını üstlenmişlerdir.

    
Mustafa Tanoba                              Ziya Gegin                           Şevki Önder



    Rum saldırılarını ve alınan tedbirleri 11 Ağustos 1921 tarihinde meclis görüşmelerinde dile getiren Tokat Milletvekili Mustafa Vasfi (Süsoy) Bey, Erbaa'da Rumların İslam köylerini yakıp yıktıklarını, bu arada kendi köylerini de yakarak İtilaf Devletlerine "Türkler köylerimizi yakıyor" diye şikayette bulunduklarını bildirmiştir. Ayrıca saldırıları önlemede Nurettin Paşa'nın aciz kaldığını belirterek istifasını istemiştir.
Merkez Ordusu Komutanlığı, birliklerin yerleştirildikleri yerlerin uzağında kalan ve önemli kaza merkezlerinde emniyet ve asayişi sağlamada kullanılmak üzere, bulunduğu yerin önemine göre, yüzden ikiyüze kadar mevcutlu Emniyet Teşkilatı kurulmasını istemiştir. Bu teşkilat bir çok yerde oluşturulamazken Erbaa'da başarılı bir şekilde kurulmuştur. Rum saldırılarını ve alınan tedbirleri 11 Ağustos 1921 tarihinde meclis görüşmelerinde dile getiren
Tokat Mutasarrıfı 21 Ağustos 1921 tarihli bir yazısında 250 kişiden oluşan Erbaa Emniyet Teşkilâtı'nda 324 kadar çeşitli cinste tüfek bulunduğunu bildirmiştir. Pontusçu Rumlar'a karşı kapsamlı bir harekata girişmeyi planlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, bu askeri harekata kıyıdan başlanacağını açıklamıştır. Aynı zamanda Pontusçular'ın insanlık dışı faaliyetlerine tepki duyan bir Rum tarafından, Erbaa'nın Serniç köyünden Yüreka çetesinin Çarşamba kıyılarına ineceği ve orada çapulculuk yapacağı Samsun Merkez Komutanı Yüzbaşı Saim Kâzım'a ihbarı üzerine, derhal harekete geçilerek Erkan-ı Harp Kaymakamı Zühtü Beyin kumanda ettiği alaylar tarafından deniz istikametinde sürülmüş, Çarşamba yakınlarına getirilmiştir. Bu takip hareketi görevi, 1921 yılının Eylül ayı başında Bahriye Müfrezesi'ne verilmiş ve bu müfrezenin takibi sonunda Çarşamba'da çıkan çatışmalarda yüzlerce eşkıya ölmüş ve 14 papazla 50 kadar şaki yakalanmıştır. Aynı yıl Merkez Ordusu'na bağlı birliklerin Rum çetelerine karşı yürüttükleri mücadeleler sonucu ele geçirilen eşkıyalar İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak hak ettikleri cezaları vermiştir.
    Merkez Ordusu'nun Pontusçular üzerine harekatı 6 Şubat 1923 tarihine kadar sürmüştür. Pontus sorununun büyük ölçüde çözümü, Karadeniz'de yaşayan Rumlar'ın ülkenin başka yerlerine yerleştirmekle mümkün olmuştur. Rumların geri kalan kısmı ise 24 Temmuz 1923 'de imzalanan Lozan Barış Antlaşması gereği Yunanistan'a göç etmiştir. Mustafa Kemal 1 Mart 1923'te yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında Pontus sorununa değinerek, Karadeniz sahili ile Amasya ve Tokat Sancakları içerisinde Pontus adlı kuruluşların dağıtıldığını belirtmiştir. Böylece Karadeniz'de meydana gelen Pontus sorununun çözümüyle birlikte, bu olayların etkili bir şekilde yaşandığı Erbaa'da da Pontus sorunu sona ermiştir.Erbaa halkı yaşanan bu insanlık dışı olayları uzun süre üzerinden atamamıştır. Olayların izlerini silmek için Erbaa'yı terkeden Rum ve Ermeniler'den geriye kalan emvâl-i metruk binaları muhacirlerin iskanına açmak ve kiraya vermek suretiyle değerlendirme yoluna gitmiştir.
     Millî Mücadele döneminde Erbaa halkı ülkenin içerisinde bulunduğu zor şartları yakından takip etmiş, işgale uğramamasına rağmen, diğer işgal altındaki yerlerdeki insanların acılarını paylaşmaya çalışmıştır. Erbaa ileri gelenleri genelde Millî Mücadele'yi desteklemişlerdir. Erbaa Müftüsü Fehmi Efendi, müderris Alim Efendi, eşraftan Şevki Bey ve diğerleri Müdafaa-i Hukuk çatısı altında Millî Mücadele'nin başarılı olması için çalışmışlardır.

ALİM (ATEŞ) EFENDİ


  Millî Mücadele döneminde Erbaa'da önemli hizmetlerde bulunmuş kişilerden birisi Alim Efendi'dir. 1878 yılında Erbaa'da doğan Alim Efendi'nin babası Ömer Tahir Efendi, annesi Emine Hanımdır. İstanbul Fatih Medresesi'nde 6 sene öğrenim gördükten sonra 1909 tarihinde mezun olmuştur. 1910 tarihinde 200 kuruş maaşla Erbaa Mahkeme Azalığı'na atanan Alim Efendi, aynı zamanda mutasarrıflık görevinde bulunmuş, daha sonra Meclis İdare Azalığı yapmıştır87. Millî Mücadele'nin başlamasıyla birlikte Erbaa'da bu hareket içerisinde yer alarak, yaptığı güzel konuşmalarla halkı bilinçlendirmeye çalışmıştır. Erbaa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucuları arasında yer almış ve cemiyetin başkanlığını yapmıştır. 1.1.1923 tarihinde Erbaa müderrisliğine atanan Alim Efendi, bir yıl bu görevde kaldıktan sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte 3 Mart 1924'de Erbaa vaizliğine atanmıştır.
Harekâtı Millîye'ye tayin edilmiş ve İzmir İktisat Kongresi'ne Erbaa murahhası olarak katılmıştır. Çevresinde hatip ve otoriter bir kişi olarak tanınan Alim Efendi, yaptığı hizmetlerinden dolayı 18.5.1926 tarih ve 4196 numaralı İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. 1948 yılında vefat etmiştir.
ŞEVKİ (ÖNDER) BEY
1888 yılında Erbaa'da doğan Şevki Bey, ticaretle uğraşmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan önce İttihat Terakki Partisi Erbaa şubesinde yöneticilik yapmıştır. Millî Mücadele'nin başlaması üzerine arkadaşları ile birlikte Erbaa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucuları arasında yer almıştır. Millî Mücadele'de Erbaa ve çevresindeki görev yapan Milli Kuvvetlere maddi yardımlarda bulunmuş, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulduğunda kasasının anahtarlarını yeni kurulan devlet için tahsis etmiştir. Çok partili hayata geçişte bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın girişimleri ile kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Erbaa'da teşkilatlanmasını sağlamış ve bu fırkanın Erbaa ilçe başkanlığını yapmıştır. Sanayici ve tüccar olarak yaşamını sürdüren Şevki Bey, 21.7.1953'de vefat etmiştir. İstiklal Madalyası olan Şevki Bey evli ve dört çocuk babasıdır.

ZİYA GEGİN
Nahiye Müdürü iken çeteler kurup Rum çeteleri ile mücadele ettiği için istiklal madalyası ile taltif edilmiştir.

2-)ŞAH RIZA PEHLEVİNİN ERBAA’YA GELİŞİ

   Rıza Şah, İran Başbakanı üç ordu kumandanı ve yüksek rütbeli memurlardan oluşan 20 kişilik maiyetiyle birlikte 10 Haziran 1934 günü Gürbulak sınırından Türkiye’ye giriş yaptı 16 Haziran’da Ankara’ya ulaştı. Türkiye bu ziyaretin önemini vurgulamak için her şeyi yaptı. Rıza Şah ilk kez İran dışına çıkıyordu. Ankara’da Mustafa Kemal ve devlet erkanı tarafından resmi törenle karşılandı. Halk da Şah’a coşkulu tezahürat bulunmuştu.Büyük ve muazzam gösteriler yapılmıştı. Şah Rıza Pehlevi’nin Ankara’ya geçerken Erbaa’ya da uğraması ile ilgili İsmet Çakmak şu sözleri söylemiştir.
-İran Şah’ı Rıza Pehlevi Ankara’ya giderken buraya da uğramıştır. Fevzi Çakmak’ın Erbaa’ya geldiği sırada kaldığı evde Şevki Önder’in evinde kalmıştır. Halk Şah’ı coşkulu bir şekilde karşılamıştır.
2-) FEVZİ ÇAKMAK’IN ERBAA’YA GELİŞİ







Fevzi Çakmak’ın kaldığı konağın eski hali -Şevki Önder Konağı



          Konağın günümüzdeki hali

  (Eski Erbaa şehrinden günümüze kalan iki binadan birisidir. Diğeri de deprem öncesi yapılan ve hiç kullanılamayan hamamdır.)

   1938 yılında Erbaa’yı ziyaret eden Fevzi Çakmak ilkönce hükümet konağını ziyaret etmiş ve geceyi İmamzade Şevki Bey’in evinde geçirmiştir.
Fevzi Çakmak’ın Erbaa’ya gelişi ile ilgili Salih Cer şu sözleri dile getirmiştir :
“Uzun boylu ve babayiğit biri idi. Şevki Önder’in evinde kaldı. Hükümetin önüne yürüyerek geldi .Halı serdiler. Ertesi gün gitti.Kaldığı evde dinamolu elektrik vardı.”
Fevzi Çakmak’ın Erbaa’ya geldiğini bizzat gören Şahap Ateş ise şu sözleri dile getirmiştir :
“Fevzi Çakmak’ın gelişine yüksek bir binadan baktık. Halk Partisi binası vardı. Orda inmiş. Oradan hükümet konağına kadar halı ve kilim döşemişler. Kırmızı şeritli külot pantolon giymişti. Babayiğit adamdı. Heykel gibiydi. Hükümete çıktı. O gece Şevki Bey’in evinde kalmış. Elektrik vardı. İmamzade Şevki Bey’in evi çok orijinaldi. 1928 yılında yaptırmış. Etrafına elektrik çekmişler, askerler nöbet beklemişler. Şevki Bey şereflenmiş. İmamzadenin hanımı pişirmiş yemeği. Çok güzel yemekler yaparlardı. Hayret etmiş yemeklere. Şevki Bey’e “Samsun’dan aşçı mı getirdiniz” demiş. Şevki Bey eşinin yaptığını söyleyince şaşırmış. O gece orada kaldı. Ertesi gün kaleye gitmiş. Buraya bir silah fabrikası yapılmasını emretmiş”

4) Hükümet Konağı’nın Yanması


   Erbaa hükümet konağı 1941’de yanmıştır. Bu olayı bizzat yaşamış olan Salih Cer şu sözlerle dile getirmiştir :
“O zaman Hükümet Konağı’nın yanmasının sobadan kaynaklı olduğu söylendi. İç kısmı ahşaptı. Tamamen yandı.”
Hükümet Konağının yanması olayını bizzat yaşayan bir diğer kişi ise Naciye Köse’dir. O da bu konu ile ilgili bildiklerini şöyle dile getirmiştir;
“Hükümet Konağı’nın yanma işini, Hükümet Konağı’nda hademelik yapan kişiye attılar. Uzun süre hapis yattı. Zararsız bir insandı. Daha sonra sobadan kaynaklandığını söylediler.”
İhsan Cömert ise şunları söylemiştir :
“Kör Suphi ile Kel Behçet denen görevliler vardı. Onların açıkları olduğu için yaktıkları söylendi. Hükümet yangınında bombalar patladı. Kitaplar kağıtlar göklere yükseldi. Jandarma önlem aldı.”

Hükümet Konağının bulunduğu bölgenin günümüzdeki hali

D-)ERBAA’NIN EKONOMİK TARİHİ
1-)Erbaa’da Tütün Üretimi
   Tütüncülük ilçenin ekonomik hayatında rol oynadığı gibi ticari faaliyetinin de esasını teşkil eder. Erbaa tütünleri Türkiye ve cihanda Taşova tütünleri adıyla şöhret bulmuştur. Yakma hassası, rengi verimi ve kokusu itibari ile de bu tütünler bütün harmanlara girer ve ihraç malları içerisinde 1.sırada yer alırdı. Mübadele sırasında Erbaa’ya Selanik’ten özellikle tütüncülükle uğraşan ailelerin getirildiğini tarihi kayıtlardan ve Erbaa’daki ailelerden anlıyoruz. 1924 yılında gelen aileler Ermenilerden kalan evlere yerleştiriliyorlar. Ailesinin Mübadele ile Erbaa’ya gelişinden dört yıl sonra doğduğunu ifade eden Naciye Köse ailesinin Samsun’a vapurla geldiğini oradan da Erbaa’ya gelindiğini ifade ediyor. 
Tokat vilayetine 1924 Nisanı itibariyle 4.438 mübadil sevk edilmiş, bu rakam aynı yılın Ağustos ayında 6.800’ü bulmuştur. Bu mübadillerden 5.000’i yerleştirilmiş, kalanı da geçici olarak Müslümanların evlerine yerleştirilmiştir. 598 Mübadiller küçük kafileler hâlinde de gelerek bölgeye iskân edilmişlerdir.
Elde ettiğimiz belgelere göre Tokat’ın kazalarında en çok mübadil iskânı Erbaa’da olmuştur. Erbaa kazasında 566 hânede 2.081 nüfus iskân edilmiş, ayrıca kazada mübadeleye tâbi Rum mübadillerden oluşan 18 köydeki hânenin tamamı terk edilmiştir. Ziraat yapmaya uygun bahçe ve arazinin ortalama 25.000 dönümden ibaret olduğu tespit edilmiştir.
Erbaa’da tütün üretimi konusunda Salih Cer ise şunları söylemiştir ;
“Erbaa’da tütün için yabancı şirket temsilcilerinden gelenler vardı. Avusturya, Felemenk gibi. Satılamayanları Tekel alıyordu. Ta Romanya’dan, Belçika’dan tütün almaya geliyorlardı”
İsmet Çakmak tütün alımı ile ilgili şunları ifade etmiştir:
“Turhal’dan Erbaa’ya geldiğim zaman tütünlerini Tekel’e getiriyorlardı. Romanya, Bulgaristan, Avusturya gibi ülkelerden yabancı tüccarlar geliyordu. Aileleriyle geliyorlardı. Samsun’a denizden oradan da karadan Erbaa’ya geliyorlardı. “



2-)ERBAA’DA TUĞLA SANAYİ


Harun Yüksel

  Erbaa’da tuğla sanayi çok gelişmiştir. İş bulamayanların çoğu bu tuğla fabrikalarına girmektedirler. Tuğla sanayinin Erbaa’da gelişmesinde Harun Yüksel’in büyük katkısı vardır. Erbaa’da tuğla sanayinin gelişimi ile ilgili Osman Ateşli şunları söylemiştir;
- İlk önce yerli tuğla üretimi vardı. Marsilya kiremidi ilk olarak Harun Yüksel tarafından getirildi. O zaman kol gücüyle çalışıyordu.
3-)DİĞER EKONOMİK FAALİYETLER
   Erbaa’da tütün üretiminin yanı sıra nohut, buğday, ceviz,dut,nar,ayva,incir,zeytin üretimleri de halkın ihtiyacını ve ekonomisini yetiştirecek kadar iyidir.Yaprak ve üzüm üretimi iyiden iyiye artmaktadır.
   Erbaa’da ticaret ve esnaflıkta önemli ekonomik faaliyetler arasında yer alıyordu. Dönemine göre gayet modern mağazaların olduğunu da fotoğraflardan anlıyoruz.




E-)SOSYAL TARİH (1920-1970)

1-) Eski Erbaa Evleri
Erbaa fotoğraflarından Erbaa evlerinin genellikle iki katlı ahşap (karkas) binalardan oluştuğunu görmekteyiz. Bunların yanında tek katlı ve üç katlı binaların da olduğunu görüyoruz.
O dönemde çocuk yaşata olan Naciye Köse evlerin özelliklerini şu şekilde ifade ediyor:
“Evler genelde iki katlıydı. Yeni evimiz üç katlıydı. Avluda çamaşır yıkama yeri ve fırın vardı. Dıştan merdiveni vardı. Bodruma mağaza denirdi. İkinci kattan üçüncü kata iç merdiven vardı. Kış için odun kömürü alınırdı. Araba ile alınırdı. Kömürler Sokutaş köyünden gelirdi. İçerde iki üç adımla çıkılan selamlık yeri vardı. Etraf oradan seyredilebiliyordu. Salon büyüktü. Bizim evde yoktu. Bazı evlerde vardı.”
Şahap Ateş’te şu şekilde anlatıyor:
“Eski zenginlerin evinde mobilyalar, meyve bahçeleri, mobilyalar, çifte havuzlar, şadırvanlar, şato gibi evler. Babam merkez vaiziydi. İstanbul tahsilliydi. Tütün tüccarlığı yaptı. Bir tanıdık bizim evi görmüş, “Dolmabahçe sarayının içi gibi” demişti. Ermeni eviydi. Boy aynası vardı, Avrupa yapısıydı.”
Şevki Önder’in Konağı
Sucuklu Mahallesindeki Evler





2-) Düğünler, Sünnet Törenleri ve Milli Bayramlar
Erbaa’nın eski yaşantısı hakkında 1927 doğumlu İsmet Çakmak şu şekilde ifade ediyor:
“Halk Belediye Bandosu eşliğinde davul,trompet, saksafon ,zil, klarnet gibi aletleriyle iki saat halk konserleri ve kurtuluş marşlarımızı çalardı, halk çay bahçelerinde müzik dinlerlerdi ve gezinti yaparlardı. Bahar gelince ırmak kıyısındaki harmanlar mevkiinde Erbaa Kaymakamlığı tarafından at yarışları tertip edilirdi. Komşu kazalardan çok miktarda yarışçı ve seyirci gelir orası panayır yerine dönerdi. Dondurmacılar, simitçiler, köfteciler,soğuk su satan çocuklar. O tarihlerde buzdolabı olmadığı için Boğalı ve Ladik Akdağından kıştan kuyulanmış kar at sırtında Erbaa’ya getirilirdi. Ayrıca Erbaa Spor sahası harmanlar mevkiindeydi.
Evvela sessiz sinema vardı. Babamın arkadaşı Hüseyin Özdilek’in dedesi ile sessiz sinema kurdular. Ben küçüktüm. 5-6 yaşındaydım. Ablam elimden tutup çocuk matinesine götürürdü. Sessiz ve renksiz filmler vardı. Sinema sonradan sesliye döndü. Büyük bir sinema binası yapıldı. Localar vardı. Dört kapılıydı. Depremde yıkılmadı. Ahşaptı ama sağlamdı. Localara halk geliyordu. Cumhuriyet baloları tertip ediliyordu. Orkestra vardı. Cumartesi öğleden sonra tatildi. Belediye Bandosu havuz kenarında marşlar çalardı. Halk oyunları vardı. “Hareketlilik vardı. Depremden sonra her şey sona erdi. Elektrik direkleri yıkıldı. Depremde yangınlar oldu.”


1921 yılında Erbaa’da Giyim Kuşam

1927 doğumlu İsmet Çakmak kılık-kıyafet konusunda şunları söylüyor:
“Fötr, kasket giyenler vardı. Ondüle yapan kuaförler vardı. Avrupa’dan gelenlerden etkileniyorlardı.”


a-)Erbaa ve Köylerinde Düğün Gelenekleri
Çevrede düğünlere çok önem verilir. Kız alıp vermenin birçok merasimi vardır. Önce kız beğenecek taraftan yaşlı kadınlar, kız araştırmaya koyulur. Gerekirse sezdirmeden evine gidip kızı yakından incelerler.Beğenildiği takdirde,söz kesmek üzere köyün veya çevrenin hatırlı,yaşlı erkeklerinden kız babasına 2-3 kişi gönderilir.Hoşbeşten sonra Allah’ın emri ile kız istenir.Çoğunlukla ilk istemede kız verilmez.Zira ‘’kız kapısı vezir kapısı’’ denir.Baba kendini naza çeker bir defa eşe dosta,hısım akrabaya danışacağını söyler.Gidip gelmeler sıklaşır.Son gelişte misafirlere börek veya tatlı ikram edildiği takdirde kız tarafının razı olduğu anlaşılır ve söz kesilir.Sıra başlığa gelmiştir.Tarafların mali durumuna göre,3000-10000 lira arasında başlıklar değişir.Başlık kız tarafına verilecek paradır.Bu parayı umumiyetle babaları kızın çeyizine harcarlar.
Düğün hazırlıkları bölgede daha çok harman ve tütünlerin içeri alındığı sonbahar mevsimine rastlar.Köylerde düğüne o kadar kıymet verilir ki,kaçırılan kızlara bile ana-baba razı edilince ayrıca düğün yapılır.

Nişan ve Nikah
Nişana köylerde ‘’şerbet’’ derler. Köylerde cuma, kasabada Pazar günlerine rastlatılır. Köylerde kız ve oğlan tarafları ayrı ayrı davetlilerine davetiye(okuntu)gönderir.Okuntular şeker, çörek veya sabundur.Nişan yapılacağı yerde toplantı başlamıştır.Davetliler tarafından getirilen ‘’Töreler’’ okuyucular tarafından gelen törelerin kimlere ait olduğu yüksek sesle açıklanır.Nişan yüzükleri takılarak şerbet içilir ve dua edilir.Bu merasimler duruma göre yemekli veya yemeksizdir.



Nikah köylerde genellikle gelin eve geldikten sonra imam tarafından kıyılır. Resmi nikah ise köylerde pek rağbet görmez.
Kasabada nişanlar daha çok sinema salonlarında yapılır. Kadın okuyucular,birkaç gün önceden ev ev gezerek davetlilere nişan gününü ve yerini bildirir.Kadın davetlilerin toplandığı salonda cümbüş,darbuka,klarnet v.b aletlerle merasim devam eder.Yüzükler takılır.Gelin ve damat yaşlı kadınların ellerini öptükten sonra merasime son verilir.
Kasabada nikah belediyelerde dini nikah ise evlerde yapılır.Belediyede yapılan resmi nikaha kız ve oğlan taraflarının yakınları çağrılır ve nikah müteakip pasta,limonata ve şeker ikram edilir.Bu merasimde nikah memuruna bir kutu şeker vermek adettir.

Düğünler

Şahap Ateş eski Erbaa düğünlerini şu şekilde ifade etmiştir:
“Düğünler üç gün sürerdi. Genelde Nisan ayında olurdu. Sonbaharda da olurdu. Genelde Eylül ayında.Salı günü okuyucu denen düğüne davet eden kadın çıkardı. Üç gün evvel çıkardı. Ona bir miktar verilirdi. Salı günü çeyiz bakmaya gidilirdi. Çarşamba günü gelin hamamı olurdu. Kına gecesi yapılır.Sabahta gelin gider. Ud çalanlar, zilli def çalanlar vardı. Zengin ise hamam kapatırdı. Sabah namazından önce güveyi hamamı olurdu.Çiçeklerin üzerinde mumlar vardı. Yanlarında yiğitbaşılar vardı. Gelin ilahilerle çıkardı. Ayan eni denilen yollukla odaya gelirdi. Kaynananın elini öperdi. Eline para altın ya da para koyarlardı. Çeyiz o gün toplanırdı. O akşam zifaf yemeği yapılırdı. Evlere yemek takdim edilirdi. Genelde hediye olarak ev eşyası götürülürdü. Kadınlar ayrı erkekler ayrı giderdi.”
Köylerde düğüne başlamadan on beş gün önce oğlan evinden kız evine ‘’ağırlık’’ gider. Ağırlık,çoğu kez kıza ayakkabı,giysi,kız anasına entari,yakın akrabalara giyecek hediyeler,bunlardan ayrıca düğün masrafını karşılamak üzere yiyecek olarak;yağ,şeker,aşlık,bulgur,un ve etlik bir baş koyun veya keçi kız evine gönderilir ki buna ‘’ağırlık’’ denir.Ağırlığın gittiği gün düğün günü de kararlaştırılır.
Oğlan evinde düğün yöneticilerini seçmek için çörek yeme töreni yapılır. Konu-komşu toplanır aralarından ve köyün en hatırlı kişilerinden düğün kahyası ve yeteri kadar yiğit başılar seçilir.
Sağdıç oğlan evinin en yakın akrabalarından birinin oğludur ki,güveyi hamamının harcamalarını ‘’Sağdıç’’ babası kabullenir.
Düğünler duruma göre içkili veya içkisiz yapılır.Ve bu düğünler köylerde genellikle üç gün sürer.Davul zurnanın köye gelişi ve okuntuların dağılışı düğünün başladığına işarettir.Köye gelen davul zurna sabah ve akşamları düğün kahyalarının ve tarafların kapıları önünde nöbetle çalar.Düğün süresince düğün için köyde iki ev ayarlanır.Bu evlerin birinde ihtiyarlar,diğerinde delikanlılar toplanır.Özellikle güveyi davul zurna eşliğinde her akşam ayrılan evleri ziyaret eder.Düğün süresince yakılacak odunu sağlamak için ‘’oduncu günü’’düzenlenir.
Yiğitbaşılar davul zurna eşliğinde oduncuları köyün dışında karşılamak zorundadırlar.Bu karşılamayı unutan düğün yöneticilerine özel cezalar verirler.Bu cezalar,merdivene sarıp köyü dolaştırma veya elbisesi ile suya atlama olur.Geleneklere göre cezalara karşı konulamaz.Odunlar düğün evine davul zurna eşliğinde yıkılır.Bu merasime çalgı yanında eşek anırması,at kişnemesi,gençlerin ve çocukların haykırışı özel bir renk katar.
Düğünün başladığı ilk gün oğlan evinden kız evine ‘’Aşboğaz’’ götürülür. Aşboğaz sandık,yatak,yorgan ve bazı yiyeceklerden ibarettir.Ve bunun adı yerli deyimle ‘’Aşboğaz’’dır.
Düğün süresince odalardaki toplantılar sırasında davul zurna ve çalgı istekleri yerine getirilir ve ‘’Davul’’ orta yere konarak hazır bulunanlar tarafından davulun üzerine bahşiş para atılır.Odaların dağılışını mütakipen delikanlılar,geç saatlere kadar davul zurna eşliğinde köy içinde dolaşırlar veya oyunlar tertip ederler.
Eski düğünlerde geceleri düzenlenen eğlenceler arasında ‘’Deli Oyunu’’ diye adlandırılan –orta oyunu- oynanırdı. Bu oyunun bir kahya,bir palyaço bir kavuklu,bir zenne ve yine dört erkeğin üzerine çullar,cecimler örtülüp başlarına kelek ve çanlar takılarak –Deve- şekline sokulan aktörleri vardır.Köy meydanına büyük bir orta ateşi yakılır ve bunun etrafına halk toplanarak oyuncular tarafından işlenen güldürücü konularla geç vakitlere kadar eğlenilirdi.
Düğüncü akşamı:Dışarı köylerden veya komşu il ve ilçelerden gelen davetlilere düğüncü denir.Düğünüler köyün dışında daha önceden koyulan çocuk nöbetçiler tarafından gözetlenir ve geldikleri görülünce yiğitbaşıya haber verilir.Davul zurna eşliğinde misafir kalacakları ece konuk edilirler.Düğüncüler tarafından getirilen hediyelere ‘’saçı’’ denirdi.Saçılar,ufak hediyeler ve para olacağı gibi ,canlı hayvan da olabilir.Düğüncü konuklara önce düğün sahibi ve düğün kahyası ile yiğitbaşılar ve damat tarafından ‘’Hoş Geldin’’ denir.Ayrıca görevlendirilen hoş geldinci, bir tepsi içinde şeker,çerez,lokum,sigara veya helva ikram eder.Düğüncüler de saçılarını tepsiye bırakırdı.Düğüncüler yerine göre yemekler ve içkiler ile ağırlanırdı.
Güveyi giydirilmesi
Güveyi için hazırlanan elbiseler yiğitbaşı veya sağdıcın katıldığı bir toplulukta giydirilir. Giyinme sırasında, bazı yerlerde güveyin eline kına da yakılır.Tören sırasında yiğitbaşılar ve sağdıcın ellerinde çiçeklerle donatılmış mumlar bulunur.Bu mumlar en çok arttırana satılır.
Güveyi ve yanındakiler,önce ana-babadan başlamak üzere,yakınlarının ve konukların ellerini öpmeye giderler.El öpme sırasında güveyi,yiğitbaşı ve sağdıcın konuşturulması için zorlanır.Bunlar konuştukları ve diğer saygı dışı davranışlardan cezalandırılabilirler.Güveyiye ana babası tarafından el öpmesi karşılığında büyük bağışlar yapılır.Güveyi giydirilirken köy delikanlıları tarafından çorap,mendil veya ayakkabısının saklanması ve bahşiş karşılığında geri verilmesi geleneklerdendir.

Gelin ve Güveyi Hamamları

Gelin hamamı köylerde ‘’Yunnak’’ diye adlandırılan çamaşırlıklarda yapılır.Hamama gidecek ‘’kızbaşılar’’ çağrılır.Kızbaşı,güveyide olduğu gibi yiğitbaşının karşılığı gelinin yakın arkadaşlarından birkaç kız görevlidirler.Hamamdan sonra kınalar yakılır.Kına yakılma töreninde genellikle şu sözler söylenir.
Ayağına giymiş nurdan nalını
Şen olsun anam evin şen olsun
İşte ben gidiyorum haberin olsun
Yeşil tasta kınam ezildi
O benim alnıma çoktan yazıldı
Şen olsun anam evin şen olsun
İşte ben gidiyorum haberin olsun
Daha sonra kafile düğün evine yaklaştığında silah sesleri artar çoğunlukla bacalara nişan alınarak uçurulur. Hamam dönüşü sağdıç evinde yemek yenir.

Gelin Alma

Gelin almaya giden kadınlara ‘’yenge’’ denirdi.Yengeler atlıdır.Gelinin çeyizlerinin taşınacağı at veya araba yedekte çekilir.Son günlerde çevrede traktörler çoğaldığından bu alaya bayraklarla süslenmiş traktörlerde katılır.Gelin atı en çıtağından seçilir.Bu at süslenir erkek olması şarttır.Kafilenin önünde erkekler yaya gider.Davul-zurnanın coşturucu nağmeleri arasında düğün alayı kız evine gider.Bu arada iyi binici yengeler kısa yollu at koşuları ile giderler.Kız evine yaklaşıldığında delikanlılar tarafından iple çekilerek bahşiş alındıktan sonra yol açılır.
Kız evi komşu kadınlarla ve kızlarla doludur.Davul,gelin ağlatma havasını çalarken bir yandan da gelin hazırlanır.Bu arada gelin atına ve sandık üzerine erkek çocuklar oturtularak bahşiş koparılmadan çeyizler ve gelin verilmez.
Sünnet Törenleri
60’lı yılların sonlarında sünnet töreni
 
Bu konu ile ilgili tarihi tanıklardan bir diğer isim 1925 doğumlu Keziban Eşen konu ile ilgili şunları söylemiştir.
“Mahallede gezen bir dede vardı. Gıy gıyda gıy gıy diye mızıka çalardı. Ağlayana şeker yok ağlamayana şeker çok gıy gıy da gıy gıy diye mızıka çalardı. İsteyen onu çağırıp çocuğunu sünnet ettirirdi.”
Milli Bayramlar
Erbaa halkı milli bayramlarını da coşkulu bir biçimde kutlamaya önem vermiştir. Bu konu ile ilgili tarihi tanıklar şu sözlere yer vermiştir;
Salih Cer:
“Bayramlarda hükümetin önünde merasim yapılırdı. Yürüyüş yapılırdı. Hali vakti yerinde olanlar kıyafet alırdı.”
İsmet Çakmak:
“Erbaa’da milli bayramlar çok eğlenceli geçiyordu. Cambazlar geliyordu, dönerdolaplar yapılıyordu. Panayır yeri gibi. Uçaklar takılıyordu, çarklar dönüyordu. “
60’lı yılların sonlarında Bayram Töreni

3-) Erbaa’da Spor

Erbaa’da ilk spor kulübü ‘’Taşova Spor Kulübü’’ adı altında 1926 yılında kurulmuştur.Kulübün ilk kurucuları Selahattin Akabalı,Lütfi Korkut,İsmail Diktaş,Ahmet Onat,Bekir Ata’dan müteşekkildir.İlk kurulan takımda yer alan oyuncular ise,Şoför Süleyman,Halit Taşova,Şükrü Özdemir,Osman Aksoy,Lütfi Korkut ve Niyazi Korkutan ibarettir.
1943 yılında Erbaa’dan alınan köy ve bucaklardan şimdiki Taşova ilçesinin yeri olan (Yemişenbükü) köyünde ‘’TAŞOVA’’ adı altında bir ilçe kurulmuş ve Erbaa’dan ayrılmış bulunduğundan Erbaa Spor kulübünün adı olan TAŞOVA Spor Kulübü adı değiştirilerek kulübün adı, ’’ERBAA GENÇLİK KULÜBÜ’’ olarak adlandırılmıştır.
Zaman,zaman çevre il ve ilçeleriyle yaptığı maçlarda büyük başarılar kazanmış ,çevrenin ilgi ve takdirini toplamıştır.Bugün ise kulüp maddi ve manevi yönlerden desteklerden desteklenmeye muhtaç durumdadır.
İsmet Çakmak Erbaa’da spor faaliyetleri ile ilgili hatırladıklarını şu şekilde ifade ediyor:
“Erbaa spor sahası harmanlar mevkiindeydi. Erbaa spor kulübü sarı-yeşil formasıyla her cumartesi ve Pazar günü komşu kaza kulüpleriyle maç yapardı. Hatırladığım kadarıyla sporcu ağabeylerimiz Kemal Kıvırcıoğlu, Necdet Say, Reşit Önder, Abdullah Bulut, Bedrettin Oral, Hüseyin Özdilek’in babası Şükrü Özdilek, Ahmet Çalık, Şahap Dizdar, Gada Kamil ve birçok ağabeyimiz vardı.”
5-)Erbaa’da Elektrik Santrali ve Elektrik Üretimi



Fotoğrafın sol tarafında yer alan bina elektrik santrali binası (Çakmakçı Ahmet Efendi’nin oğlu İsmet Çakmak’ın fotoğrafta tarifiyle)


Bahsedilen Bölgenin Günümüzdeki Hali (Tanıkların İfadeleriyle)

Çakmakçı Ahmet Efendi 



   İsmet Çakmak
Oğlu İsmet Çakmak’ın dilinden Çakmakçı Ahmet Efendi’nin Hayatı
“Babam Aydın vilayetinin Nazilli kasabasındandır. Okul çağında İstanbul Tophane silah fabrikasında Mülazım-ı Sani olarak Tüfekçi Subayı çıkıp orduya katılmıştır. Balkan Savaşlarına iştirak edip, Çanakkale Savaşlarından sonra Doğu Cephesine gönderilmiştir. Kars, Ardahan Rus işgali altındadır. Rusya’da Bolşeviklik çıkınca sınırlarımızdan geri çekilen Rusların peşlerinden sınırlarımızı korumuşlardır. Ordu ile birlikte Batum’dan Ünye’ye gelmişler ve Akkuş üzerinden Erbaa’ya bugünkü ırmak kıyısındaki harmanlar mevkiine çadır kurmuşlar. Ordu altı ay cumhuriyetin kuruluş döneminde maaş alamamışlar. Harmanlar çayırlık olduğu için babamlar 15-20 baş inek almışlar. Etinden sütünden eratı açlıktan kurtarmışlar. Sonra orduyu Ankara’ya gönderdikten sonra Erbaa’nın ileri gelen zenginlerinden Ahmet Efendi “Sen Erbaa’da kal biz sana arka çıkarız” demiş ve babam kalmış. O tarihlerde Erbaa tütün ekiminden ekonomisi çok iyiymiş. Dikiş makinesi, gramofon, tabanca, tüfek tamirinden çok para kazanmış. “
Erbaa’ya elektriği ilk getiren kişi olan Çakmakçı Ahmet Efendi’nin oğlu İsmet Çakmak olayı şu şekilde anlatmaktadır :
“ Babam 1923 yılında Erbaa’ya elektrik yapmaya karar vermiş. İstanbul’dan makineleri Samsun’a getirmiş, oradan da kağnılarla Erbaa’ya taşımış, motor parçalarını birleştirerek elektrik santralini 14. olarak kurmuştur. İstanbul Karaköy Bankalar caddesinde Burla biraderler ve Arşimidis mağazalarından evlere sayaç, kablo, priz, tesisat borusu gibi malzemeleri getirip evlere kendi parasıyla aldığı tesisatı döşemiş ve mahallelere direk dikip kabloları çekip direklere ampuller takıp cereyanı vereceği gün havada alçak bulutlar kaplıymış ve cereyan verip direklerdeki lambalar yanınca gökyüzü kıpkırmızı olmuş, civar köylerden Evyaba ve Çandır köylüleri Erbaa’yı kıpkırmızı görünce Erbaa’da yangın var zannedip kazmasını, küreğini bakırlarını alan köylüler Erbaa’ya koşmuşlar. Bakarlar ki yangın falan yok. Direklerin tepesinde beyaz bir şey yanıyor ortalık gündüz gibi. O gece tüm Erbaa gece yarısına kadar şenlik yapmışlar. O dönemde mazot yokmuş. Sadece gazyağı ve benzin teneke işi bulunuyormuş. Elektrik santralinin motoru odun kömürü ile çalışıyormuş. Sokutaş ve Keçeci köylerinden kömür at ve kağnılarla çuvallarla geliyormuş ve kömür yanınca çıkan karbon monoksit gazı olup motorun pistonunda patlıyor ve devamlı çalışıyor. Akşam olunca elektrik motorunu çalıştırmak için çarşıdan 5-6 tane işçi ( hamal) çağrılıp motor dinamo arasındaki kayışı çekmek suretiyle motor elektrik üretmeye başlıyor. Yeni şehir bir süre elektriksiz kaldı. Suyla çalışan ve geceleri çalışan elektrik düzeneği yaptılar. Sonradan şehir merkezine askerlik şubesinin olduğu yerde elektrik santrali kuruldu. Mazotla çalışıyordu. 1960’tan sonra Almus’tan elektrik geldi.”
Erbaa’da elektrik üretimi ve elektrik santralinin kurulması ile ilgili tanıklar şu sözleri söylemiştir :
Naciye Köse:
“İlk elektrik santralini Ahmet Çakmak yaptı. Her evde yoktu. Sokak ve caddelerde vardı. Caddelere yakın evlerde vardı.”
Şahap Hoca :
“Elektriği Erbaa’ya Çakmakçı Ahmet Efendi getirdi. Çok gürültü yapıyordu. Çakmakçı Ahmet Efendiye, “Siz bu gürültüyle nasıl uyuyorsunuz” diye sormuşlar,o,” bize ninni gibi geliyor, biz ona alıştık” demiş. Çakmakçı Ahmet Efendi çok marifetli idi. Silah tamir eder, dikiş makinesi tamir ederdi. Askeriyede çalışmış.
Yukarı taşındıktan sonra elektrik için iki motor alınmış. Açılış töreninde makinistleri getirmişler, açılış sırasında çalışmamış. Kamil Ustayı çağırmışlar gelmemiş. Bunun üzerine bizzat belediye başkanı gitmiş ve Kamil Usta’yı getirmiş. Kamil Usta oto tamircisiydi. O birkaç dakikada tamir etmiş çalıştırmış. Vali tebrik etmiş. Mühendis, “Biz kağıt üzerine gördük, ameli olduğu için sizin ki daha kuvvetli olur” demiş”
Salih Cer:
“Elektrik santrali kömürle çalışıyordu. Kömür gazı ile çalışıyordu. Çarpmayacak düzeydeydi. Ölü gözü gibi ışıtıyordu”

6-)Himaye-i Etfal Talebeleri


Erbaa'da ilk kurulan Çocuk Esirgeme Kurumunun ilk kuru¬cuları Dr. Helet Çoruh, Eczacı Cemal Varol, Behçet Dincer, Şevki Önder ve Ziya Gegin’dir. Kurum, 1926 yılında kurulmuştur.
Erbaa Çocuk Esirgeme Kurumunun Erbaa kültür hizmetle¬ri tarihinde önemli yeri vardır. Bu Kurumdan yüzlerce yoksul öğrenci yetiştirilerek meslek sahibi edilmişlerdir.
Depremlerde yatılı teşkilâtı dağılmış bulunan Erbaa Ço¬cuk Esirgeme Kurumu, depremler dolayısıyla 38 öğrenciyi yur¬dun muhtelif yerlerine aktarmak suretiyle Devletçe tahsil yap-tırılmaları sağlanmıştır. Bugün, bu öğrencilerden bir çoğu oku¬yarak yüksek mevkilere yükselmiş bulunmaktadırlar. Bunlar¬dan başka Erbaa Çocuk Esirgeme Kurumunda okumuş ve daha sonraları çeşitli okullardan mezun olmuş birçok kimseler vardır.
Erbaa Çocuk Esirgeme Kurumu, bu kurumdan za¬manla yararlanmış bulunan öğretmen Cemal Avcı, Abdurrahman Özkan, Hayri Kara, Hacı Mevlüt Kaptan ve ayrıca Çocuk Kitaplığı öğretmeni Ziya Ateş’ten teşekkül eden bir kurul tara¬fından yönetilmiştir.
Salih Cer Himaye-i Etfal talebeleri ile ilgili hatırladıklarını şu şekilde ifade ediyor:
“Köylerdeki yoksul çocuklardan ilk mektebi okuyordu. Mezun olduktan sonra Ladik köy enstitülerine gönderildiler. Şahısların yardımı ile okuyorlardı.”
İsmet Çakmak Himaye-i Etfal talebeleri ile ilgili hatırladıklarını şu şekilde ifade ediyor:
“Himaye-i Etfal depremde annesi ve babasını kaybetmiş veya fakir düşmüş ailelerden alınan çocuklardan oluşuyordu. Holüne kadarda içeri girdiğimi hatırlıyorum. Bilal efendi vardı. Masraflarını herhalde devlet karşılıyordu. Çokları köy enstitülerinde öğretmen oldu. Ladik’te okudular. Yaşantıları iyiydi. “


Cemal Avcı Ladik Akpınar Köy Enstitüsünde (1946)



Cemal Avcı

Bu konu ile ilgili olarak bir zamanlar Himayeyi Etfal yurdunda kalan Cemal Avcı şu bilgileri vermiştir:
“İlkokulu eski kasabada Taşova İlkokulunda okudum. Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin yurdunda kaldım. Daha sonra Ladik Akpınar Eğitim Enstitüsüne devam ettim. 1946 yılında buradan mezun oldum ve Kozlu köyünde göreve başladım. O zaman öğretmenlere okulların bitişiğinde arazi veriyorlardı. Araziyi öğretmene takviye olarak veriyorlardı. Çalışmalar modern şekilde yapılıyordu. Meyvecilik, seracılık yapıyordu. Köylüler gelip bakıyorlardı. Değirmenli köyünde seracılığın başlamasında benim etkim vardır.”
TÜRKİYE HİMAYE-İ ETFAL CEMİYETİ KURULUŞLARININ İLLERE GÖRE DAĞILIMI (1935)
KURULUŞ SAYI BULUNDUĞU İL

KURULUŞ

SAYI

BULUNDUĞU İL

Ana kucağı

3

Ankara, Diyarbekir, İzmir

Gündüz bakımevi

8

Ankara, Balıkesir, Bursa (2), Elaziz, İzmir, Giresun, Adalar

Süt Damlası

10

Ankara, Denizli, Eskişehir, İstanbul, Tokat, Mersin, Konya, Sivas, İzmir

Muayenehane

25

Ankara(3), Adana, Balıkesir, Denizli, Bolu, Diyarbekir, Bursa, Edirne, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Giresun, Tokat, Mersin, Antalya, Konya, Üsküdar, Zile, Fatih, Kasaba, Bakırköy, Çorum

Doğumevi

1

Bakırköy

Aşhane

28

Adana, Balıkesir, Çorum, Eskişehir, Elaziz, Tokat, Mersin, Kars, Muğla, Adalar, Adapazarı, Biga, Erbaa, Ereğli(Karadeniz), İnegöl, Gelibolu, Hendek, Kalecik, Kadıköy, Karapınar, Uzunköprü, Lapseki, Reşadiye, Zile, Fatih, Ankara, Sivas

Şefkat Yurdu

13

Artvin, İzmir, Giresun, Tokat, Kars, Biga, Lapseki, Reşadiye, Ödemiş, Adana, Balıkesir, Kemalpaşa, Isparta

Yetimler evi

3

Çanakkale, Edirne, Adana

Çocuk Bahçesi

28

Ankara, Antalya, Kayseri, Giresun, Niğde, İzmir, Eskişehir, Bolu, Denizli, Çorum, Balıkesir, Konya, Gaziantep(2), Emet, Merzifon, Seydişehir, Malkara, Salihli, Safranbolu, Elaziz, Kırklareli, Mersin, İzmit, Bor, Akşehir, Uşak, Akhisar

Banyo

6

Ankara, Aydın, Adana, Artvin, Balıkesir, Ayancık

Sinema

7

Balıkesir, Çorum, Denizli, Mersin, Çorlu, Salihli, Artvin

Okuma Odası

1

Ödemiş

Çocuk Bakıcı Mektebi

1

Ankara

Ana Mektebi

2

Ödemiş, İzmir

TOPLAM

136

 


7-Erbaa Tayyaresi
“Erbaalıların şerefini bir kat daha yükseltecek kıymetli tayyareleri”

Bu konu ile ilgili İsmet Çakmak şunları söylemiştir :
“Erbaa tayyare aldı. Sururi Say önayak oldu. Türk Hava Kurumuna bağışlandı. Türk Hava Kurumu’nun Erbaa’da şubesi vardı.”

Hava gücünü kuvvetlendirme kampanyası çerçevesinde ağırlıklı olarak 1925-1935 yılları arasındaki on yıl içinde halktan 50 Milyon TL toplanmıştı. Bu para ile 250 uçak satın alındı. Satın alınan uçaklara il ya da ilçelerin adları verildi. Bu kapsamda yine Büyük Zaferin 10’uncu yıldönümü olan 1932 yılındaki Zafer Bayramı’nda kırk adet uçak satın alınarak orduya hediye edilmiştir.

1927 Yılı İçerisinde Türk Hava Kuvvetlerine Hediye Edilen Uçaklar
Ayvalık, Burhaniye, Ödemiş, Turgutlu, Mustafa Kemal Paşa, Çal, Muğla, Nazilli, Bandırma, Orhaneli, Karacabey, Polathane, Keskin-1, Erbaa, Torbalı, Kırklareli, Şereflikoçhisar, Bayındır, Lüleburgaz, Kalecik, Ordu, Adana, Afyon, Aziziye, Adagide, Kula, Lapseki, Yozgat, Tavas, Haymana, Gediz, Hendek, Kırkağaç, Kandıra, Burdur, Kuşadası, Sındırgı, Uşak Şeker Fabrikası, Urfa, Eğriboz, Silvan, Kasaba, Kalecik, Manisa-2, Manisa-3




8- 1939 DEPREMİ VE ERBAA


Deprem Erbaa halkını soğuk kış gecesinde 27.12.1939-tarihinde sıcacık yataklarında 7.9 şiddetinde saat 02.00’de yakalamıştır. Erbaa ve Niksar kazalarında tahribat büyüktür ve Tokat’ın iki katı ölü ve yaralı olduğu anlaşılmaktadır. Yaralıların tedavisi için sağlık ekibi ve açıkta kalanlar için 500 çadır gerekmektedir.
   Bu depremde çıkan yangınlarla felaket üstüne felaketler eklenmiş ve çıkan üç yangında Aşağı Mahallede Çakıcı Ali Bey’in çöken ve üstelik tutuşan evinde bulunan beş nüfusun beşi de alevler altında kül olmuşlardır.
İkinci yangın Bekçi Selman’ın evinde çıkmış, yalnız Bekçi Selman kurtularak dört nüfuslu ailesi evle birlikte yanmışlardır.
Üçüncü yangın Fevzipaşa Mahallesinde Hasan’ın evinde çıkmış can kaybı olmamıştır.
    Tokat Vilayeti’nden Dâhiliye Vekâleti’ne gönderilen ilk telgrafta deprem hakkında şu bilgiler yer almaktaydı: Gece saat 02.00’de meydana gelen depremde merkez ve kazalardaki (ilçelerdeki) ilk belirlemelere göre ölü sayısı 88 ve yaralı sayısı 66’dır. Erbaa ve Niksar kazalarında tahribat büyüktür ve Tokat’ın iki katı ölü ve yaralı olduğu anlaşılmaktadır. Yaralıların tedavisi için sağlık ekibi ve açıkta kalanlar için 500 çadır ve iaşeleri için de 2.000 lira gönderilmesi gerekmektedir. Yine, depremin Zile’deki etkisi hakkında da şu bilgilere rastlamaktayız: İlçede ve köylerinde yüzlerce ev yıkılmış ve şimdiye kadar 26 ölü tespit edilmişti. Bunun için de 200 çadırla nakit paranın elden gönderilmesi gereklidir18. 27 Aralık tarihli Ulus gazetesinde ise Zile’deki durum ile ilgili daha iyimser bilgiler yer almıştı. Buna göre, çeşitli mahallelerde beş ev tamamen, 100 ev de kısmen yıkılmıştır. Şimdiye kadar enkaz arasından çıkarılanlardan bir-iki hafif yaralı hariç insan bakımından kayıp yoktur. Ulucami ile diğer üç caminin şerefelerinin üst kısımları tamamen yıkılmış, birçok binanın duvarı çatlamıştır . Depremin Turhal’daki ilk bilançosu da şöyleydi: Üç ev yıkılmış ve birçok bina da hasara uğramıştır. Dokuz ölü ve 15 yaralı vardır.
   Dâhiliye Vekâleti’nden CHP Genel Sekreterliği’ne gönderilen 29.12.1939 tarihli yazıda, Tokat’taki depremle ilgili son gelişmeler hakkında şu bilgiler verilmekteydi: Vilayet Hükümet Binası’nın her tarafında çatlaklar meydana gelmiştir. Artova Hükümet Konağı kısmen, Tokat merkez nahiyesine bağlı Çilkoru karakolu tamamen yıkılmıştır. Kazova inekhanesinin memur odaları ile ahırları yıkılmıştır. Tokat’ta iki cami büyük hasara uğramıştır. Merkezde ve kazalarda yıkılan evlerin sayısı kesin olarak bilinmese de çok fazla olduğu sanılmaktadır. Çevreden şimdiye kadar alınan bilgilere göre ölü sayısı 300 kadar olup bu sayı kesin değildir. Yaralı sayısı da belli değildir. Yaralıların nakli için doktor, sağlık görevlileri ve jandarma çeşitli bölgelere gönderilmiş ve yaralıların merkez hastanesine nakledilmesine başlanmıştır. Kolordu, merkezdeki enkazın kaldırılmasına yardım etmektedir. Ayrıca Kolordu’dan Niksar ve Erbaa’ya müfrezeler göndermesi istenmiştir
   30.12.1939 tarihinde Tokat Vilayetinden alınan bilgiye göre, Turhal,Niksar, Erbaa ve Reşadiye’de tahribat fazla idi. Niksar köylerinde 200 ölü, 300 yaralı vardı. Turhal’da ölülerin enkaz altından çıkarılmasına devam edilmekteydi. Heyelan yüzünde Reşadiye ile iletişimin kurulamamıştı.
Niksar’dan alınan haberlere göre Reşadiye merkezinde 200 ölü, 48 yaralı vardı ve kasabada yangın çıktığı için Niksar’dan erzak ve para gönderilmişti. Samsun’dan görevlendirilen üç doktor ile iki sağlık memurundan oluşan sağlık yardım heyeti malzemelerle birlikte Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) tarafından Tokat’a gönderilmişti.
   1 Ocak 1940’ta depremin Tokat’taki bilançosu ayrıntısı ile ortaya çıkmaya başlamıştı. Buna göre, Vilayet merkezinde, üçü resmi olmak üzere 153 bina yıkılmıştı. Beş ölü, altı yaralı vardı. Vilayet merkez, nahiye ve köylerinde beşi resmi olmak üzere 643 bina yıkılmıştı. 545 ölü ile 291 yaralı vardı. Niksar ile köylerinde üçü resmi, 700 bina yıkılmış; 590 ölü ile 1.100 yaralı vardı. Erbaa ile köylerinde 1.659 bina yıkılmış; ilçede 881 ölü ve köylerinde de 15 ölü ve 27 yaralı vardı. Artova ile köylerinde iki resmi bina tamamen, 71 bina kısmen yıkılmıştı; iki ölü ve bir yaralı vardı. Reşadiye’de ise depremin ardından yangın çıkmış ve 150 haneden oluşan ilçe neredeyse tamamen yanmış, yalnız üç ev kalmıştı; 236 ölü ve 52 yaralı vardı.
  4 Ocak’a kadar, Erbaa ve köylerinde ölü sayı 921, yaralı sayısı, 585 ve yıkılan ev sayısı toplam 2.276 olarak belirlenmişti.200 yataklı bir Kızılay hastanesi Erbaa’ya gitmek üzerine hazırlığını bitirmişti. Bu hastanede, İstanbul’daki Amerikan hastanesinin sağlık ekibi görev yapacaktı.
Kızılay Erbaa’ya 70 çadır gönderebilmiş, tahtalarla ev yapmaya imkan bulanlar ile nüfusun ancak %10’u başını sokacak bir yer bulmuştur. Geri kalan %90’ı açıkta karlar üstünde kıvranmaktadır ve dizanteri, zature ve donma olayları görülmektedir.Doğal olarak ölümler artmaktadır. Bundan dolayı 5.000 adet ayakkabı,çarık,don,gömlek,battaniye,çeşitli ölçülerde en az 300 sandık çivi, 150 metreküp ve bir cm kalınlığında tahta veya galvanizli sac gönderilmesi gerekmektedir.
   O dönemki İnönü hükümeti Erbaa’ya 30 kilo zeytin,bir sandık çay,2.600 ekmek,300 don,588 kazak,500 maşrapa,600 çocuk elbisesi,1500 kilo sucuk 210 ayakkabı göndermiştir.
   Samsun Milli Yardım Komitesi tarafından 5 Ocak’a kadar Tokat Vilayeti’ne gönderdiği yardımlar şunlardan oluşmuştu: 30 küfe zeytin, bir sandık çay, 50 sandık şeker Tokat’a, 2.600 ekmek, 152 teneke peynir, 53 teneke kavurma, 50 sandık şeker, 1.500 kilo sucuk ve pastırma, 325 teneke petrol, 600 çocuk elbisesi, 204 manto, 588 kazak ve fanila, 300 don, 156 gömlek, 360 muhtelif çamaşır, 564 entari, 72 hırka, 210 ayakkabı, 125 çocuk ayakkabısı, 41 metreküp kereste, 100 çaydanlık, 500 maşrapa ve çeşitli eşya Erbaa’ya.
   Dâhiliye Vekili’nin emriyle Erbaa’ya gönderilen Samsun Vali Muavini Orhan Güvenç, Samsun Halkevi reisi Osman Cudi Gürsoy ve Samsun halkevinden on bir kişilik bir yardım heyetiyle birlikte 7 Ocakta Erbaa’ya gelmiş ve depremzedelerin iskânı, yiyecek ve giyecek dağıtımı ve enkaz kaldırma işlerine yardım etmişti. 30 yataklı bir revir kurularak yaralıların tedavilerine başlanmış, 29 ağır yaralı da Samsun hastanesine gönderilmişti. Hükümet ve jandarma binası zarar görmediği için memurlar görevlerine başlamıştı. Ana caddelerdeki enkazın temizlenmesi için ellişer kişilik ekipler kurulmuştu. Diğer yandan, baraka inşaatı devam ederken, yüz kadar barakanın inşaatı tamamlanmıştı.
İnönü’nün Erbaa heyeti ile görüşmesinde Dâhiliye Vekili Faik Öztrak da bulunmuştu. Kendisi 10.1.1940’da Meclis’te Tokat’taki incelemeleri hakkında bilgi verirken, Cumhurbaşkanı’nın, Tokat ve Niksar’daki incelemeleri sonucunda gerekli gördüğü emirleri verdiğini, yanında bulunan beş Erbaalıyı da dinleyerek gerekli tedbirleri almalarını emrettiğini, bunun üzerine kendisinin Erbaalılarla konuştuğunu, Tokat’tan Erbaa’ya kadar olan yolun özellikle Niksar’dan sonrasının çok bozuk olduğu için Tokat’tan Erbaa’ya önemli bir yardım yapılmadığından Samsun Vilayeti’nin Erbaa’nın ihtiyaçlarını karşılamaya daha elverişli bir durumda olduğunu, Erbaa’nın uğradığı zarar büyük olduğu için Cumhurbaşkanı’nın da emriyle oraya Samsun Vali Yardımcısını gönderdiğini ve Erbaa’nın tüm ihtiyaçlarının bütünüyle Samsun’dan sağlanmasını emrettiğini anlatmıştır
  26 Aralık 1939 depreminde 32.968 kişinin ölmesi ve 116.720 binanın yıkılması veya ağır hasar görmesi üzerine, Hükümet, 17 Ocak 1940 tarihinde 3773 Sayılı “Erzincan’da ve Erzincan Yer Sarsıntısından Müteessir Olan Mıntıkada Zarar Görenlere Yapılacak Yardım Hakkında Kanun”u kabul etmişti. Cumhuriyet tarihinde ilk kez depremle ilgili bir kanun çıkarılıyordu. Kanunla, depremden etkilenen bölgelerdeki vatandaşların vergi borçlarının silinmesi, memurlara ve vefat eden memurların ailelerine acil ihtiyaçlarını karşılamak üzere maaşlarının iki katı avans verilmesi, yabancı ülkelerden yardım amaçlı gönderilen malzemelerin bir defaya mahsus olmak üzere bir sene süreyle gümrük vergisinden muaf tutulması kabul edilmişti.
   Depremden sonra Erbaa’da yetim kalan çocuklardan onaltısı Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu’na gönderilmişti. 28 Şubatta da yetim kalan çocuklardan üçü Adana’ya ve onyedi çocuk da Ankara’ya gönderilmişti.
Bakanlar Kurulu Mart 1940 başında Erzincan depreminden etkilenen bölgelerde genel bütçeden maaş ve ücret alan memur ve müstahdemlerden yardıma muhtaç oldukları belirlenecek olanlara maaş ve ücretleri tutarının iki, emekli ve yetimlere üç, henüz tahsis muamelesi yapılmamış yetimlere ise yetim maaşına veya ikramiyeye ait olan memuriyet maaşının iki misli avans vermeye karar vermişti.
   Diğer yandan, Hükümetin depremzedelere yardım çerçevesinde, çift öküzünü kaybeden köylülere öküz vermek işini hızlandırmıştı. Kızılay’ın ayırdığı para ile Ziraat Vekâleti aracılığıyla on dört vilayetten 10.000 öküz satın alınmasına başlanmış ve kısa bir süre içinde 1.000’den fazla öküz satın alınarak ilkbahar tarımına erken başlayan Tokat ve Amasya köylerine dağıtılmaya başlanmıştı. Depremde enkaz kaldırma sırasında olağanüstü hizmetleri görülen 241 mahkûmun affı konusu TBMM’de 24 Nisan 1940’ta kabul edilmişti. Erbaa ve Niksar’dan affa uğrayanların isimleri şunlardı:
Erbaa’dan: Davud Yeter, Hasan Tunç, Nazmi Özkan, Abdullah Atalay, Reşit Atalay, Mustafa Atalay, Mehmet Atalay, Rasim Aydoğan, Mustafa Agâh, Ahmet Elmacı, Halil Atan, Ahmet Polat, Salim Ahıska, Aziz Öztürk, Halis Avcı, Mehmet Vanlı, Faik Şen, Hüseyin Kayalar, Hüseyin Malkuç, Şakir Narlı, Aziz Meşe, Musa Kara, Kamil Akşen, Hüseyin Çalkara, Ahmet Karadağ, İbrahim Karaüzüm, Ali Öz, Ahmet Yolaçar, Ömer Karameşe, Tahir Gülmez, Emin Gülmez, Kadir Yılmaz, Ahmet Yılmaz, Hüsnü Demirbağ, Ali Yücel, Nuri Nur, Süleyman Çetin, Tahir Seçgin, Hasan Aydın, Ahmet Uysal, Mehmet Yılmaz, Hüseyin Demir, Mahir Erdoğan, Kaya Tiryaki, Mehmet Aydın, Lütfi Şişli, Halit Cılız, Aziz Öztürk, Hamdi Aslan, Muttalip Yalçın, Yunus Çeleb, Ahmet Demir.



   1939 depremini yaşadığında 10 yaşında olduğunu söyleyen 1929 doğumlu Türkel Mahar olayı şu şekilde anlatıyor:
“1939 depreminde kardeşimi kaybettim. Üzerine hezen (büyük kalas) düştü, yanımda öldü. Amcam ayakkabıcıydı. Evde tabakhanede işçi olarak çalışanlar vardı. Yedi yaşında olan kardeşimi oynatıyorlardı. Soba yanıyordu, ayrıca mangal da vardı. Tereklerde su dolu kazanlar vardı. Güğümlerde mangalın üzerindeydi. Herkes yatmaya gitti. Annem duvarın dibine yer yatağı serdi. Annemle kız kardeşim bir tarafa ben de ayak uçlarına yattım. Uyuduk. Uyurken bir gürültü duydum. Yorganı çekince bir aydınlık gördüm. Korktum yorganı geri çektim. Ben büyüklerin anlattığı karagura geldi diye düşündüm. Çocukluk. Karagura üstüme oturdu zannettim. Annemin ayağını gıdakladım ama bir hareket yoktu. Arada sallantı devam ediyor. Karagura arabayla geldi diye düşünüyorum. Bir süre sonra dışarıdan sesler gelmeye başladı. Sesler komşularmış. Üstümüzü açtılar. Annem ölü gibi yatıyordu. Beni ve kız kardeşimi de çıkardılar.Kız kardeşim ölmüştü. Yorganın altında galiba boğulmuştu. Hiç yarası yokmuş. Yorgana sarılı kız kardeşimin cesedini yorgana sarılı olarak duvarın kenarına koydular. Diğer tarafa da ananemi koydular. Annemin kafası ve kalçası kırıktı. Amcamın da kafatası yarılmıştı. Ben dokuz gün ayağıma basamadım. Annemi Samsun’a götürdüler. Samsun’da altı ay kaldı. Orada iken şarbon hastalığına yakalandı. Ölecek düşüncesi ile beni görmeye Samsun’a götürdüler. Annem hastalıktan kurtuldu ve Erbaa’ya döndü.
   Depremden sonra kendi imkanlarımızla barakalar yaptık ve oralarda kaldık. Bu barakalar 5-6 yıl kaldı. İkinci(1942) depremden de bu barakalardaydık. İkinci depremden sonra da yukarıya taşındık.
Depremden sonra İsmet İnönü geldi. Hükümet Konağı önünde konuşma yaptı. İlk depremden sonra mı yoksa ikincisinden sonra mı, hatırlamıyorum.”
1939 depreminde 5 yaşında olduğunu ifade eden 1934 doğumlu İhsan Cömert depremi şu şekilde ifade ediyor :
“1939 depreminde 5 yaşındaydım. Evimiz değirmenin yanındaydı. Bir yarın kenarındaydı. Arkadan tek katlı önden iki katlıydı. Deprem gece yarısı oldu. Babam ve değirmenci kaçmışlar. Ben evde kalmışım. Ev yardan biraz ayrılmıştı. Babam atlayarak beni evden aldı. “
    1939 depremini yaşadığında 12 yaşında olduğunu söyleyen 1927 doğumlu İsmet Çakmak olayı şu şekilde anlatıyor:
“1939 yılının aralık ayının 27.günü gece yarısı büyük bir gürültü ile deprem oldu. Ev halkı hep birlikte sokağa kaçtık. Elektrik santrali çalışıyordu. Erbaa toz dumana karıştı çığlıklar,bağrışmalar ana baba günü oldu etraf.Işığı gören santralin önünde toplanıyordu.Hava soğuktu sobalar henüz sönmemişti.Yıkılan evlerden yangınlar başladı.Belediyenin küçük bir arazözü vardı.Yollara yıkılan enkazlardan geçebildiği kadar fedakarca çalışarak yangınları söndürmeye çalıştı.İnsanlar hem ezildiler hem yandılar.Eski ırmak yolundaki mezarlığa cenazeleri topluca açılan mezarlığa gömüldüler.Halk Kızılay çadırlarında,enkazlardan yaptıkları barakalarda yaşamaya çalıştılar.”

1939 depremini yaşayan Naciye Köse olayı şu şekilde anlatıyor:
“İlk zelzele olduğu zaman evdeki dolap üzerime yıkıldı. Öldü zannetmişler bırakmışlar. Sonradan beni yaralı olarak çıkarmışlar. Biz Sucuklu Mahallesinde oturuyorduk.”

9-1942 DEPREMİ VE ERBAA


Erbaa'yı haritadan silen ikinci büyük deprem, 1942 yılında yine soğuk bir kış ayında meydana gelmiş. Herkes günlük rutin işleriyle uğraşırken Erbaa tarihindeki en büyük depremiyle karşı karşıya gelmiş, ortalığı bir anda tüyleri diken diken eden canhıraş çığlıklar kaplamıştır. Merkez üssü Erbaa, Niksar hattı olduğundan 1939'daki depremden daha fazla can ve mal kaybına sebep olmuş, Erbaa adeta haritadan silinmiştir. Şehirde büyük hamam ile bir kaç ahşap yapı ancak ayakta kalabilmeyi başarmıştır. Nahiyesi 27, merkez kasaba 308 ölü olmak üzere toplam 534 kurban vermiştir. 2295 ev yıkılmış, ayrıca 4 otel, 4 fırın, 127 dükkan, 8 kahvehane, 13 depo ve bir mezbahane ile Belediye binası yerle bir olmuştur. 1942 depreminde 16 yangın hadisesi olmuş, tutuşan evlerin hemen hemen tamamı yanarak yok olmuştur.
Bu yangınların en acıklısı Aşağı Mahalle'de Osman Aksu'nun evinde misafir bulunan Tekel Müdürü Asaf Güngör ve eşi Naşide Güngör, ambar memuru Saffet Bey ve ev sahibi Osman Aksu,”İmdat,ümmeti Müslüman yok mu,Allah aşkına bizi kurtarın ,ne olur kurtarın bizi “ feryatları arasında kurtarılamayarak alevlerin altında can vermişlerdir.
İsmetpaşa Mahallesinde tutuşan Fetullah Aytaç’ın evinde de Fetullah Aytaç ve eşi yanarak can vermişlerdir. Bu yangınlardan biri de Gazipaşa Mahallesinde Basri Ünal’ın evinde çıkmış ve ailesi ile bir çocuğu yanmıştı. Şıhlar Mahallesinde çıkan yangında ise, Bekir Palaz, evle birlikte alevlerin içinde can vermişti. Ali Demir’in yanan aynı mahalledeki evinde de Ali Demir alevlerin altında kalarak can vermişti. Gazipaşa Mahallesinde Hafız Salim Ethem Şahin,Şükrü Yaman,Aşağı Mahalleden Koca Seyid,Cumhuriyet Mahallesinden Hindoğlu Yakup’a ait evler yanmış ise de bu evlerin hiçbirinde can kaybı olmamıştır.
1942 yılında vuku bulan ikinci depremin en acıklı tablolarından biri de Mahmut Çavuşoğlu Aziz Koca’ya ait otel ve altındaki kahvenin yıkılması olayıdır. Sadece bu kahvenin enkazı altında ezilerek 64 kişi can vermiştir.



1-1942 Depreminde 64 kişinin Hayatını Kaybettiği Kahvehane

1942 Erbaa depremini yaşayan Erbaa’nın Tepekışla Köyünde şu anda ikamet etmekte olan Sururi Baş deprem hakkında bildiklerini şöyle dile getirmiştir:
“1933 Tepekışla Köyü doğumluyum. Evet yaşadım. İlk deprem 1939’da oldu.bu depremin köyümüze fazla etkisi olmadı.1942’de köyümüzde yaralı,ölü ve yıkılan ev sayısı fazla idi.Biz arkadaşlarla o zamanlar kındak adı verilen oyunu oynuyorduk birden hava karardı kara bulutlar köyümüzü sanki esir almıştı. 9 yaşındaydım.O zaman sığırlarımız otlanmaya gitmişlerdi. Eğer depremden önce gelselerdi birçok hayvanımız telef olurdu. Köyümüz 60 haneydi.5-6 hane sağlam kaldı. Depremde dayım vefat etti.
Köyümüzün ırmağı taştı. Köyümüzde 36 kişi öldü. Kör Ali’nin oğlu Süleyman annesinin kucağında imiş. Annesinin üzerine dolap yıkılmış vefat etmiş ama Süleyman sağ kalmış. Süleyman korktuğu için kekeme olmuş. Uzmanlar köyümüze geldiler köyü incelediler , depremin nerede başladığını tespit ettiler.Hükümet sağ olsun yardımını köyümüzden esirgemedi.Erzak gönderdi. Köyde çoğu kişinin sığırı telef oldu. Devlet ikiden fazla sığırı telef olanlara sığır gönderdi. Köyümüz için gerçekten zor günlerdi.”
1942 Erbaa depremini yaşayan Erbaa’nın Tepekışla Köyünde şu anda ikamet etmekte olan Nuriye Baş deprem hakkında bildiklerini şöyle dile getirmiştir:
“1934 Tepekışla Köyü doğumluyum. Ninemin kucağındaydım.Ninem beni tuttuğu dışarı çıktı. Deprem Ağcaalan köyünde olmamış köyümüzün erkekleri o zaman telefon,elektrik olmadığı için köyün tepesinden bağırdılar o köye kazma kürek getirin, yardım edin diye.Onlar da yardım ettiler sağ olsunlar. Devlet de yardım etti teneke teneke peynirler, sucuklar, ballar, elbiseler, ayakkabılar her şeyimizi gönderdiler.”


1942 depremini yaşayan 1929 doğumlu Türkel Mahar olayı şu şekilde anlatıyor:
“İkinci depremde barakadaydık. Barakadan çıkarken barakanın önüne yengem turşu suyu dökmüş o da buz tutmuş ona basıp düştüm. Bana gel diyorlar. Ben de üstümdeki hezeni alın geleyim diyorum, ilk depremin etkisiyle. Halbuki hezen falan yok. Amcam elimden tuttu ayağa kaldırdı.
Bu depremde kayınpederim kahvehane de ölmüş. Kayınvalidemin beli kırılmış. Samsun’da hastanede yatmış. Okul bahçesine barakalar yapıldı. Orada kalındı. O zamanlar bir çok ev iki ya da üç katlıydı. Ahşaptan iki, üç katlı evler vardı. Evlerin bir kısmı yangında yandı. Kış mevsimi olduğu için. Bazıları yangınlarda öldü. Depremden sonra ev yapmak için ağaç yardımında bulundular. “
1942 depremini yaşayan Salih Cer, olayı şu şekilde ifade ediyor:
“ 1942’de Erbaa’daydım. Kurban Bayramı’nın ikinci günü oldu. Aşağı kasabadaydık. Zelzele başlayınca kaçtık. Çarşı içerisine kaçtık. Binalar yıkıldı. Babam, annem kalmış. Babam ve annemi sağ çıkardık. İki katlı binanın altında kalmışlardı. Depremden sonra devlet kereste, çivi, çimento, kireç, cam,usta parası yardımında bulundu. Keresteler Koyulhisar’dan Kelkit ırmağı ile gönderildi. Hızar atölyesi ırmak kenarına kuruldu. Kızılay heyet kurdu. Çadırlar dağıtıldı. Kışı çadırlarda geçirdik. Hükümetin arkasında barakalar yapıldı. Bir süre sonra yıkıldılar.”
1942 depremini 8 yaşındayken yaşayan İhsan Cömert olayı şu şekilde anlatıyor:
“ 1942 depremi Kurban Bayramının 2. Günü oldu. İkindi, akşam arası oldu. Annem beni halamlara minbar almak için göndermişti. “Akşam olmadan eve gel” diye tembihledi. Halamlara gittiğimde halamın kızları çamaşır yıkıyorlardı. Ben de sobanın başında durup sobaya talaş atıyordum. O sırada deprem oldu. Hemen dışarı kaçtım. Ayakkabımın olmadığını görünce yeniden eve girdim, o sırada ev çöktü. Ben altında kaldım. Odanın kapısı üstümü kapattı. Zor nefes alıyordum. Çığlıklarını duyunca babam (küçük bir kazması vardı) kazmayla toprağı aça aça yanıma geldi. Bana “gel dedi”. Ben de bacağımın üzerinde kalas olduğunu söyledim. O sırada yan evde yangın çıktığı için annemde babama çık oradan diye bağırıyordu. Sonra çıkardılar. Halam o binada öldü.”

Naciye Köse

1942 depremini yaşayan Naciye Köse depremi şu şekilde ifade ediyor:
“İkinci depremde yeni yolda ablam vardı. Oradaydım. Komşu geldi tütünü sordu. Perşembe günü başlayacağız dedik. Kadın gitti. Evleri ablamın evine bize bitişikti. İki ev arasında kuyu vardı. Kadın gider gitmez sıvalar dökülmeye başladı. Aşağıya kaçtım. Bitişik ev yıkıldı. Toz duman çıktı. Ablamın kaynı kahvehanede öldü. Eniştemin kardeşi kahvehanede öldü. Sadullahın kardeşi kahvehanede öldü. Sonra evimize geldim. Depremden sonra hasırlar üzerinde yattık. En çok yıkılan ev sucukludaydı. Bahçeye barakalar kuruldu. Dişçi Necmi ve Topal Doktorlar barakalar kurdular. Topal Doktor Balkan Savaşı’nda ayaklarını kaybetmişti. Takma bacakları vardı. Çuvallarla ekmek geldi. Her yerden yardım geldi. İngiliz çayı geldi. Toz şeker bilmezdik, toz şeker geldi. Biz kesme şeker kullanırdık. Gözaçıklar daha fazla aldılar. Arkadaşların ilkokul ikinci sınıftaydı. Ben okula gitmedim. Planlı ev yapmak şartıyla devlet çivi,cam,temel taşı,kalas veriyordu. Irmaktan geliyordu. Hızarhanelerde kesiliyordu. Babamda ev yaptırmak istedi. Üçüncü müracaatımızda ancak alabildik.”


Dr. Halet Çoruh (Topal Doktor)
1916 yılında Kırşehir Devlet Hastanesinde görev yapmıştır. Rus işgalinde esaret sırasında bacağından rahatsızlanır, kangren olmasın diye kendisi bacağını keser. Bu sebeple kendisine halk Topal Doktor derdi.
Deprem felaketleri sonrası bazı şiirler ve destanlar yazılmıştır. Şiirlerden biri Emekli komiser Hakkı Sami Aydurmuş’a aittir ve 1942 yılında yazılmıştır:
Seneden bir ricam ey dertli kalem.
Ansızın yüklendi boynuma elem
Ben sana bir şeyler söylesem bilmem
Lütfen yazar mısın kalem kalem
27 Kanun evvel gecesi
Felaket devrinin ilk merhalesi
Şu görünen yangın acep neresi
İşte söylüyorum yaz kalem kalem
Yangın yanan bir bekçinin hanesi
Bak yanıyor çocukları, annesi.
Eyvah! Bulunmuyor halas çaresi.
Tahammülün varsa yaz kalem kalem
Felaket anında bak neler oldu
Yıkıldı Erbaa cesetle doldu.
Nice menekşeler, laleler soldu
Bu kara günleri yaz kalem kalem
Nasıl arzedeyim felaketleri
İnsanları yaptı kemikle deri
Bunun adalette varsa da yeri
Sen takdir eyle de yaz kalem kalem
Kasabam yaslıdır bir ufak dağa
Kurumuş suları akmıyor bağa,
Bakınız yanıyor güzel Erbaa
Gözyaşım hokkandır yaz kalem kalem
Utan yaptığından ey zalim zemin
Sende vefa yoktur eylerim yemin
Bu çarhı bozuğu yaz kalem kalem

10-1943 DEPREMİ VE ERBAA
Deprem tam da Erbaa halkının yakasını bıraktı derken 26/27 Kasım 1943 tarihinde Cuma gecesi saat 12.45’te vukua gelmiş olup, birinci ve ikinci depremlerden sonra halk,az çok depremlere dayanabilecek nitelikte konut yapma sistemine geçmiş bulunduğundan mal ve can kaybı diğer depremlere nispeten daha az olmuştur.Bu depremde de Kasaba Merkezi 4,Merkez bucağı 6,Karayaka bucağı 2 olmak üzere 12 ölü vermiştir.
11-Erbaa’nın Yeni Yerine Taşınması ve İmar Faaliyetleri



  1942 deki yıkıcı depremden sonra eski kasabanın yerinin “fay” hattı üzerinde bulunduğu ve zemininin çürük olduğu jeolojik ve tektonik araştırmalarla sabit olduğundan ,15.04.1944 tarihinde fiilen eski kasabanın güneyindeki bugün Erbaa’nın yeri olan “arduçluk” mevkiine taşınmıştır.
   Ardıçlık mevkine şehri taşımak zarureti Erbaa’nın planlı ve metodlu bir şekilde kurulmasına imkan vermiş ve kısa bir zaman da hazırlanan imar planına göre 15.04.1944 saat 15.00’da kaymakamlık konağında başlıyarak Çomoğlu bağında ilk Vali İzzeddin Çağpar tarafından ilk temel atılmıştır. İmar planının tatbikatında, amme hizmetlerinin tesis ve işletilmesinde, fakir halkın taşınmasında hükümet elinden gelen her fedakarlığı göstermiş bulunmaktadır.Esasen bu yakın ilgi ve yardımlar Erbaalıların yaralarını çabuk sarmalarına imkan vermiş ve 1100 haneden ibaret eski kasabanın büyük bir kısmı bu suretle yeni Erbaa’da yuvalarını kurmuşlardır.
   O dönemde çocuk yaşta olan Naciye Köse deprem yardımlarını şu şekilde anlatıyor:
“Planlı ev yapmak şartıyla devlet çivi, cam, temel taşı, kalas veriliyordu. Irmaktan geliyordu. Hızarhanelerde kesiliyordu. Babamda ev yaptırmak istedi. Üçüncü müracaatımızda ancak alabildik.”
  İzzettin Çağpar, 1939-1940 yılları arasında Siirt, 1940-1945 yılları arasında Tokat, 1945-1946 yılları arasında Konya, 1946-1948 yılları arasında Ankara, 1948-1950 yılları arasında Samsun valilikleri yapmış bürokrattır. Köyde Hakiki Reform ve İdeal Köycülük isimli bir kitap yazmıştır.
 İzzettin Çağpar





O günün ulaşım araçlarından

 Alim Ateş’in Oğlu Şahap Ateş (Şahap Hoca)
 O dönemi yaşayan Şahap Ateş deprem sonrası Erbaa’nın taşınmasını şu şekilde ifade ediyor:
“1939 yılındaki depremde evimiz yıkılmadı. İkincisinde ben evde yoktum. 1942 yılında zelzele oldu. Birincisinde yıkılmayanlar ikincide yıkıldılar. Komşularımız evlerinde öldüler. Tamir ettirdiler, evlerine göçtüler. Demek ki ikincisi daha şiddetliymiş. Bir sene sonra 1943’te de bir daha oldu. Hiç ev yoktu ki o da yıkıldı. On dakika içerisinde büyük bir gürültü ile yıkıldı. Ondan sonra karar verdiler. Artık buranın tadı tuzu kalmadı diye. Toprak gevşek. Yukarıyı keşfetmişler, oraya karar veriyorlar. 1944 yılında temel atılıyor. Dördüncü ayın on beşinde saat dörtte temel atıldı. Bir katlı bir kaymakamlık binası yapıldı, Eksel yolunda. Daha sonra da belediye binası yapıldı. Daha sonra da hükümet binası yapıldı. Göçtükten iki yıl sonra hükümet binası yapıldı. Hem adliye, askerlik şubesi oldu. Hepsi yetti. 1100 haneydi göçenler. Göçmeyen 20 hane civarında kalmış. Fakirlere barakalar yaptılar. Taş verdiler, ağaç verdiler. Kendi enkazlarını da götürdüler. Bir ay içerisinde dört oda bir salon yapıldı. Bazıları tamamlamadan göç ettiler. 4-5 sene barakalarda geçti. 9 sene Erbaa nereye gideceğini bilemedi. Eski zenginlerin evinde mobilyalar, meyve bahçeleri, mobilyalar, çifte havuzlar, şadırvanlar, şato gibi evler. Bunlar göçmek istemediler. 200-400 dönüm arazileri, tütünleri, ahırları vardı. Gidenleri de caydırmağa çalıştılar. Vali İzzeddin Çağpar “ İhtiyarların bedduasını, gençlerin duasını alacağım” demiş. Yedi sene imbat deresinin suyu ile idare etmişler. Halk bu su ile çamaşırını yıkardı. İçmek için de çeşmeler yapıldı. Biz dört sene sonra gittik. İbrahim Dalaklılar, Şevki Beyler, Mustafa Beyler geç gittiler. Ramazanı da geçirdik orada. Bizim evin olduğu yeri parsellemişler, dört ev yeri verdiler. Evleri planlı olarak yaptılar.”
Osman Ateşli Hükümet binasının açılışını şu şekilde anlatıyor:
“Amasya’dan faytonlar geldi. Eski kasaban yukarıya insanları taşıdılar. Ziraat Bankası kuruldu. Kaymakamlık ve adliye binası bir arada idi. Askerlik şubesi de içindeydi. Üst katta bayındırlık,nüfus ve tapu dairesi vardı.”


SAMSUNLU MÜTEAHHİT NURİ MISIRLIOĞLU TARAFINDAN YAPILAN YENİ HÜKÜMET KONAĞININ AÇILIŞI




ESKİ HÜKÜMET KONAĞININ GÜNÜMÜZDEKİ HALİ

Hükümet Konağına 05.04.1944 tarihinde başlanmış 26.08.1945 de bitirilmiştir. Bina 330.000 liraya mal olmuştur. Bütün resmi daireler bu binaya sığacak durumdadır.
O dönemi yaşamış olan Salih Cer hükümet Konağının yapılmasının şu şekilde ifade etmiştir: “Hükümet Konağını Samsun’dan Mısırlıoğullarından Nuri Mısırlıoğlu yaptı, kendisi müteahhitti. (Milliyet gazetesi arşivinde Nuri Mısırlıoğlu’nun 1982 yılında vefat ilanı haberini görüyoruz) Önündeki taşlar da Niksar’dan geldi. “



Hükümet Binasının Batı Cephesi Görünüşü



Hükümet Binası Batı Cephesi Görünüşünün Günümüzdeki Hali



Memur Evleri


Memur Evlerinin Günümüzdeki Hali


Hükümet Konağı, Belediye Binası, Belediye Hal Binası


Yukarıdaki Fotoğrafdaki Alanın Günümüzdeki Durumu



Belediye Binası

Hükümet Konağının yanında yapılmıştır. Bir meclis salonu, 9 odası, bir vestiyerlikten ibarettir. Binanın inşaatına 05.07.1944 tarihinde başlanmış, 26.12.1944’te bitirilmiştir.


Belediye Binasının Günümüzdeki Yeri



Belediye Hal Binası



Belediye Hal Binasının Olduğu Bölgenin Günümüzdeki Hali


Geniş bir saha üzerinde ve belediye binasının arka tarafında yaptırılmıştır. Hal binası içinde 30 kadar dükkan vardır. 20.10.1944’te başlanmış, 18.09.1944’ bitirilmiştir. Hal binası için 87.157.97 lira sarf edilmiştir.
Kasabanın içme suyu ihtiyacını karşılamak üzere esaslı inşaat yapılıncaya kadar geçici olarak İmbat deresi ağzından içme suyu alınmış, 9 çeşme aracılığıyla kasaba içine dağıtılmıştır.



Erbaa Yeni Şehir (Şehir Merkezi)




Günümüzdeki Hali



Cezaevi

Modern bir cezaevi inşasına kasabanın batı tarafında başlanmıştır.8 oda, 4 tuvalet,koridor,hamam ve çamaşırlıktan ibaret bulunmaktadır.İhale tutarı o zamanın parası ile 61.000 liradır.İnşaata 15/07/1946 tarihinde başlanmış ve 30/09/1946 tarihinde bitirilmiştir.



Cezaevinin Olduğu Alanın Günümüzdeki Durumu ( Erbaa Anadolu Öğretmen Lisesi)




Büyük Camii

Yeni kasabanın merkezinde, halkın ve Kızılay inşaat komisyonunun el ele vererek ortaya çıkarmış oldukları fevkalade,güzel ve şirin bir binadır. Genişliği 13,50 metre kadar uzunluğu da 24 metredir.İçerinde 200 kişilik balkonu vardır ve yüksekliği 6,5 metredir.Binaya eski Erbaa’daki camilerin malzemesinden faydalanılarak başlanmıştır.Sarf edilen miktar 40.000 lirayı bulmuştur.Camiye başlama tarihi 01/08/1945 ve bitirme tarihi 01/08/1946 dır.



Büyük Caminin Bulunduğu Bölgenin Günümüzdeki Hali



Erbaa’da İmar Faaliyetleri



Erbaa Şehir Merkezi





Mustafa Tanoba Konağı’nın Günümüzdeki Durumu


Ziya Dokumacıoğlu Evi




Evin Günümüzdeki Hali



Eski Otogar


Eski Otogarın Bulunduğu Bölgenin Günümüzdeki Hali



Halk Eğitim Merkezi Binası



Halk Eğitim Merkezi Binası Olduğu Bölgenin Günümüzdeki Hali



Hal Binasının Güney Cephesi


Hal Binasının Güney Cephesinin Günümüzdeki Görünümü



Belediye Hal Binası Kuzey Cephesi



Belediye Hal Binası Kuzey Cephesinin Günümüzdeki Hali


Sermet Durmuşoğlunun Evi


Sermet Durmuşoğlunun Evi




Erbaa Lisesinin Günümüzdeki Durumu




Siyaset ve Halk

Bayram Törenleri



Tekel binası




Tekel Binasının Günümüzdeki Hali

Erbaa büyük mikyasta tütüncülükle uğraştığından Erbaa’da Tekel İdaresinin durumu çok önemlidir. Tekel idaresi bu önemi göz önünde tutarak Erbaa’da (200.000) liraya çıkacak Tekel binasını yapmaya başlamıştır. İnşaata başlama tarihi 10/08/1946 cumartesi günüdür. İşgal ettiği saha 4000 metre karedir.Bina tamamen betonarme olacaktır.

Ziraat Bankası


Solda Yer Alan Bina Ziraat Bankası


Erbaa’yı süsleyecek binalardan birisi de Ziraat Bankası’nın yapılmakta olan binaları olacaktır.4 memur evi ve bir esas banka binası olmak üzere 10/06/1946 tarihinde başlanmıştır.Binalar (120.000) liraya ihale edilmiş bulunmaktadır.Asıl bankanın eni 11,65, boyu 13,10 metredir.



Ziraat Bankasının Bulunduğu Alanın Günümüzdeki Hali

Erbaalılar öteden beri ilçelerinde bir orta okul yapmak için gayret sarf etmişseler de ardı arkası gelmeyen deprem yüzünden bu arzularını gerçekleştirmek imkanını bulamamışlardır. Ancak yeni kasabaya taşınma hamlesi içinde bile arzularına şekil vermek için 03/08/1946’da yeni kasabada orta okul binasına temel atılmış bulunmaktadır. Ortaokul binasını yalnız halkın yardımı ile (Orta Okul yapma Kurumu) gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bina içinde 6 büyük dershane ve yeteri derecede oda olacaktır.


Öğretmen Evleri



Öğretmen Evleri Öğretmen Evelerinin Günümüzdeki Durumu


Yeni kurulan kasaba, ev ihtiyacını göz önünde tutan öğretmenler Yapı Sandığı,Erbaa’da üç ortağına üç oda,bir mutfak,banyo,çamaşırlık ve balkonu havi üç ev yaptırmış bulunmaktadır.Bu binalara (26/08/1945)’te başlanmış ve (01/08/1946)’da bitirilmiştir.Her bir ev 16850 liraya çıkmıştır.

Sonuç
1920’li yıllardan 70’li yıllara kadar fotoğraflarla ve tarihi tanıklarla Erbaa’nın bir dönemine ışık tutmaya, Erbaa’da nelerin ön planda olduğunu, yaşantı içimlerini, ne gibi değişimler geçirdiğini yansıtmaya çalıştık. Yeni nesle eski Erbaa’yı eski Erbaalıları tanıttığımızı düşünüyoruz. Dün nasıldı, bugün nasıl sorusunun da cevabını vermiş oluyoruz. O dönemi yaşayanların da hayattan ayrılmadan bildiklerini yeni nesle aktarmış, geçmişle gelecek arasında bir bağ kurmuş oluyoruz. Ailelerde bulunan fotoğrafları da kaybolmadan kayıt altına almış oluyoruz. Çünkü birçok aile fotoğraflarının olduğunu ama zamanla kaybolduğunu ifade etmişlerdir. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında fotoğrafçılığın ne kadar kısıtlı bir alan olduğunu düşündüğümüzde bu fotoğrafların ne kadar değerli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Tarihe tanıklık edenlerin bilgilerinin de kayıt altına alınması yaşanan olayların unutulup gitmesini önleyecektir. Olaylar ve yaşananlar yeni nesle aktarıldığı gibi, tarihe tanıklık edenler de tanıtılmış olacaktır.

KAYNAKLAR

Baş, Çağrı – Karabıyık, Alper, 1939-1942 Depremleri ve Erbaa’ya Etkileri, 2011 Tarih Tübitak Projesi
Can,Aydın, Atatürk Dönemi Türk-İran İlişkileri,Ç.Ü Öğretim Görevlisi
Çapa,Mesut.Dr.,Yunanistan’ın Gelen Göçmenlerin İskanı
Erdem,Nurettin, İlk Aşkım Erbaa Albümü,Temmuz 2007
İlgazi, Abdullah, (Salih Cenik),Milli Mücadele Döneminde Erbaa, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003
Mermer,Aytuğ,Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Tarihçesi,Verdiği Hizmetler,Bilinmeyen Diğer Yüzü,Ankara,2007
Okur, Mehmet, Atatürk Tarafından Yabancı Devlet Başkanlarına Verilen Hediyeler, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,S 33-34,Mayıs-Kasım 2004,s. 79-88
Oral,Bedrettin, Erbaa (Erek),Erbaa,1968
Peynirci ,Şükrü – Temiz,Şehri, Erbaa(Tarih,Coğrafya,Ekonomi,Kültür,Erbaa,1986
Saatçıgil, Enver (İzmir Eski Vali ve Belediye Başkanı), Dünkü Bugünkü Erbaa,1947,İstanbul
Saatçıgil, Enver (İzmir Eski Vali ve Belediye Başkanı), Geçen Günlerim,Olaylar ve Hatıralar
Avcı Ailesi Fotoğraf Albümü
Baş Ailesi Fotoğraf Albümü
Foto Fon Fotoğraf Arşivi
Gencer Ailesi Fotoğraf Albümü
Köse Ailesi Fotoğraf Albümü
Önder Ailesi Fotoğraf Albümü
Kaynak Kişi 1: Şahabettin Ateş ( 1920 doğumlu)(Alim Ateş’in oğlu)
Kaynak kişi 2: İsmet Çakmak (1927 doğumlu)(Çakmakçı Ahmet Efendi’nin oğlu)
Kaynak kişi 3: Türkel Mahar (1929 doğumlu)
Kaynak kişi 4: Nuriye Baş (1933 doğumlu)
Kaynak kişi 5: Sururi Baş (1933 doğumlu)
Kaynak kişi 6: Naciye Köse (1927 doğumlu)
Kaynak kişi 7: Cemal Avcı ( 1926 doğumlu)
Kaynak kişi 8: Salih Cer (1926 doğumlu)
Kaynak kişi 9: İhsan Cömert (1934 doğumlu)
Kaynak kişi 10: Osman Ateşli (1934 doğumlu)
Kaynak kişi 11: Keziban Eşen (1925 doğumlu)

Dosyanın pdfsi için tıklayınız. 
  
3136 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam67
Toplam Ziyaret1032297
Saat