• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
Mustafa Reşit Paşa

 

 MUSTAFA REŞİT PAŞA

 

Reşit paşa 16 Şevval 1214 (13 Mart 1800) tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Sultan Beyazıt ruznamçecisi idi. Gençliğinde eniş­tesi Ispartalı Seyid Ali Paşa (l) ile illerde görevle dolaşarak paşanın sad­razamlıktan azledilmesinden sonra Mora seraskerliğine tayin edildiği zaman onun mühürdarı (1237-1821) oldu. Ezdin karargâhında paşanın yanında olduğundan oradaki perişanlığı yakından görmüştü. Paşanın gözden düşmesi sırasında İstanbul’a dönerek sadrazamlık yazı işleri bü­rosuna girdi ve sonra da Âmedi Odasına geçti. Az rastlanır zeki insan­lardan olduğundan âmirlerinin pek çabuk sevgi ve takdirini kazanarak özellikle Mehmet Sait Pertev Efendi’nin (2) özel himayesini kazandı. Kırk dört (1244-1828) seferi (3) açıldığında sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Selim Mehmet Paşa’nın maiyetine verilen kâtipler heyetine Âmedi yardımcılığı göreviyle katıldı. Ordudan gelen evrakın yazılışım Sultan Mahmut II. beğendiğinden kimin yazdığını birkaç kere sormuş ve Pertev Efendi Mustafa Reşit Bey’i anlatarak tavsiye etmiş. Adı pa­dişahın yüksek hatırlarında kalarak savaşın sona ermesi üzerine İstan­bul’a döndüğünde padişah tarafından özel surette saraya çağrılarak gönlü alınmış ve hatırı hoş edilerek Fransızcayı layıkıyla öğrenmesi tav­siye buyurulmuş. Bu sayede Reşit Bey çabucak ilerlemiş ve yüksele­rek devlet işlerinde bilgisini artırmak ve tecrübe kazanmak için önemli işlerde kullanılmaya başlanmıştır.

1830-1246’da Pertev Efendi ve 1248-1832’de Damat Halil Paşa yanında Mısır’a gitmiştir. 1247-1831’de Âmedci ve 1250-1834 başla­rında Paris büyükelçisi ve sonra Londra büyükelçisi ve dışişleri bakan­lığı müsteşarı olup 1252-1856’da vezirlik rütbesiyle dışişleri bakanlığına getirilmiştir. Sultan Mahmut II. un ölümünde dışişleri bakanlığı göre­vi üzerinde olarak Londra büyükelçisi idi. Derhal İstanbul’a dönerek Tanzimat-ı Hayriyeyi ilân ettirmiştir.

1262-1845 yılına kadar iki defa Paris büyükelçisi ve kısa bir za­man Edime valisi ve ikinci defa dışişleri bakanı olduktan sonra ayni yıl şevvalinde (7 Şevval 1262-28 Eylül 1846) sadrazam olmuştur.

Ölümüne kadar (21 Cumadilula 1274-7 Ocak 1858) on sene içinde beş defa daha sadrazam olmuş ve arada Meclis-i Vâla ve Meslis-i Tanzi­mat başkanlıkları ve dışişleri bakanlığı gibi makamlarda bulunmuştur. Türbesi Sultan Beyazit’te Okçular başındadır.

Reşit Paşa geçen yüzyılda yetişen onurlu ve politikayı iyi bilen Osmanlı Devlet adamlarının en yükseğidir. Elini sürdüğü her işte üs­tün zekâsı ve üstün gayreti görülür. Dış politikayı iyi bilir, memleket ve devlet idaresinin düzeltilmesi için izlenecek düzen ve ilerleme yol­larını hakkıyla kavramış olduğundan yüksekten atılmış parlak bir ba­kışla ıslâhat esaslarım görmüş ve büyük bir vatanseverlik cesareti ile bunları uygulamaya koymuştur. Kanıtlama yeteneği ve medeni cesa­reti şaşılacak derecededir. Bu memleket kendisine hakkıyla minnet­tardır.

Mısır meselesinin düzeltilmesinde ve 1270-1853 Rus Savaşı (4) do­layısıyla Fransa ve İngiltere’yi bizimle beraber olmada gösterdiği uya­nıklık ve gayrete tarihimiz parlak renkli sayfalar ayırmıştır. Büyük ölçüde zihin açıklığına sahip olması dolayısıyla bir mesele hakkında çe­şitli görüşler ve tedbirler bulup söyler ve hangisini kabul edeceğinde toplantıda bulunanları bazen şaşkına çevirirdi. Her çeşit devlet adam­larından sabahlan konağına giden ziyaretçilerden ayrı ayrı gönlünü hoş etmenin yolunu bilir ve hepsi gönül okşayıcılığına, kibarlık ve kavrayı­şına hayran kalarak yanından ayrılırlardı. Edalı yürüyüşünde (fesinin) püskülü sallanırmış.

Sultan Abdülmecit ile bazen saray bahçesinde gezdiklerinde sa­dık bir kul ve bir anlamda saltanat atabeyi tavrını takınıp padişah ile lalasını birinin padişahlara layık diğerinin saygılı karşılıklı davranışla­rını gören saray adamları ballandıra ballandıra anlatırlardı. Eski sadra­zamlardan biri muhalif bir davranışından dolayı padişah tarafından “sen kim oluyorsun” diye azarlandığında “efendim ben Osmanoğulları pa­dişahının büyük veziriyim” cevabını verdiği milli hikâyelerimizdendir. İşte Reşit Paşa bu yeri tamamen doldurmuştu. Gülhane Hatt-ı Hümayun’nu okuyacağı gün birkaç günden beri zihni meşguliyetinden dola­yı yanma sokulmamış olan kethüdası birşey sormaya mecbur kaldığında “akşama sağ dönersem o vakit söylersin” dediği rivayet edilir. Yerli yersiz böyle kuruntu içinde bulunduğu halde Hatt-ı Hümayun’u kendi­sinin okuması fedakârlık denmeye layıktır. Böyle fedâkârlıkları birkaç kere göstermiştir.

Tanzimat-ı Hayriye’nin cadaloz müstebitlere karşı hükümlerinin yerine getirilmesi için nasıl didindiği ve ne kadar yorulduğu geçen ma­kalelerimizden anlaşılabilir. Tanzimat’ın en büyüğü yalnız kendisi idi. Bir taraftan da Âli ve Fuad Paşaları ve benzerlerini yetiştiriyordu. Pa­dişah sözle olduğu kadar resmî olarak da Tanzimata taraftar görünü­yordu. Reşit Paşa zalimleri birer birer emekli yaparak unutturdu; güç ve etki kapılarını kapadı ve bunu başarmak için kendisi yeni usule tamamıyla uydu. Giritli Mustafa (Naili) Paşa ile Meclis-i Vâlada muha­keme olması devletçe yeni bir şey olduğu kadar büyük küçük herkesin kanun hükmüne uyması gereğini gösteriyordu.

Şu son zamanlarda bazı yerlerde “Tanzimatçılar”a karşı gelme ve saldırma kapılan açılmış, düşüncesizlik ve miskinlik lekeleriyle haklarında eleştiriler yapılmıştır. Çoğunlukla “Meşrutiyetçiler” den olan itirazcılar insaf etsin. O zamanı düşünsün. Kendileri bir ölçüde daha kalabalık oldukları ve şartlar daha uygun bulunduğu halde başarı de­recelerini insaf ve tarafsızca ölçsün. Buhtınasar (5) dan beri monarşik idareye alışmış olan Doğu ülkelerinden, Batı ülkelerinden gelmiş olan hürriyet ve meşrutiyet ağacını tutturmaya ve ona meyve verdirmeye Mithat Paşa ne derecede başarılı olabilmiştir? Meşrutiyetçileri Mithat Paşa temsil ettiği gibi Tanzimatçıları da Reşit Paşa temsil eder; arala­rındaki fark Reşit Paşa’nın yalnız olması ve sebze pazarında elmas sa­tıcı durumunda bulunması, Mithat Paşa’nın ise halk oyunu aydınlatan basın ve Avrupa’da gezmiş ve görmüş bir hayli gayretli kişiler tarafın­dan yardım görmesidir (6).

Bundan başka acele bir tedbir olmak üzere Reşit Paşa’nın koy­duğu Tanzimat-ı Hayriye memlekette giderek gelişmiş, verimli sonuç­larından devamlı olarak faydalanılmış, Mithat Paşa’nın kurmak istediği iki sene sonra yıkılıp yalnız yıllıkların başında izi kalarak ortadan kalk­mıştır). İleride Mithat Paşa’dan ve Kanun-ı Esasiden (Anayasadan) bahsedeceğimiz makalede bu meseleyi biraz daha inceler ve derinleş­tiririz.

Reşit Paşa’nın çözümünü başardığı büyük meselelerden biri Mı­sır meselesidir. Bilindiği gibi İbrahim Paşa(8) Mısır ordusu ile evvela Halep yakınlarında Ağa Hüseyin Paşa ordusunu ve sonra Konya’da Mehmet Reşit Paşa Ordusunu(9) bozduktan sonra Kütahya’ya kadar gelmiş ve İstanbul’a doğru ilerlenmesine bir engel kalmamışta. (1248-1833) Sultan Mahmut II. çaresiz Rusya’ya baş vurup (10) Hünkâr İskelesi adındaki savunma antlaşmasını yapmış ve derhal Rusya’­dan bir askeri birlik yardıma yetişip Beykoz çayırlarında askeri ordu­gâh kurmuştu. Rusya’nın İstanbul’a bu kadar yaklaşması Batılı devletlerin hoşuna gitmedi. Kendileri de işe karışarak Mehmet Ali Pa­şa üzerinde yaptıkları baskı ile Mısır’dan başka Sayda, Şam ve Halep illerinin kendisine, Cidde iline ek olarak Girit ile Adana ili muhassıllığının oğlu İbrahim Paşa’ya verilmesi şartıyla bu iç savaşa son verdiler. Bu yeni çözüm şeklini düzenlemek için Bâb-ı Âli tarafından görevli ola­rak Mısır’a gönderilen Damat Halil Paşa’nın yanma Divan-ı Hümayun Âmedcisi Mustafa Reşit Bey verilmişti. Reşit Bey Mısır’dan dönüşte Kütahya’ya giderek İbrahim Paşa’nın askerini geri çekmesi konusunu görüşmüş ve bildiride bulunmuştu.

Fakat bu çözüm şekli iki tarafı da memnun etmedi. Padişah bir kulunun saygısızca bir ayaklanma sonucu olarak beş altı vilâyete sahip olmasına içtenlikle bir türlü razı olamamış ve Mehmet Ali Paşa da emel kuşunu kaçırmış olmak üzüntüsünü saklayamamıştı. Bununla beraber tarafların içlerine sindiremediği bu anormal durum yedi sene kadar de­vam etti ve önceden anlaşıldığı gibi Nizip Savaşı ile sonuçlandı. 1255-1839.

İbrahim Paşa Nizip’te Hafız (Mehmet) Paşa kumandasındaki or­dumuzu bozmuştu. Bozgun haberini getiren tatar yolda iken Sultan Mahmut II. Han ölmüş ve yeri cennet olan padişah bu acıyı duymadan ebedi âleme göçmüştü. Fakat Mısır meselesi yeniden canlanmıştı.

Abdülmecid’in tahta çıktığında Koca Hüsrev Paşa’nın sadrazam olması ve Kapdan-ı Derya Kaçak Ahmet Paşa’nın Osmanlı donanması­nı İskenderiye’ye götürüp Mısırlılara teslim etmesi bu meseleyi gergin bir hale getirmişti. Evvelki şartları istemeyerek kabul etmiş olan Meh­met Ali Paşa’nın bu defaki istekleri ne olacaktı ve isteklerinin hafifle­tilmesi ve hırsının yatıştırılması ne gibi tedbirlerle başarılacaktı? Reşit Paşa Londra elçiliğinde bulunduğu sırada İngiltere Hükümeti yanında kazandığı önem ve değeri Tanzimat-ı Hayriye’yi ilân etmekle artırarak güven derecesine çıkardığından politika âleminde gösterdiği çaba ile Mısır meselesini bir Avrupa olayı şekline koydu ve meselenin çözüm­lenmesi ve sonuçlandırılması için Londra’da devletlerarası bir konfe­rans toplandı.

Fransa’nın karşı koymasına rağmen konferans Mısır meselesini kesin bir karara bağladı. Bu devletlerarası karar gereğince padişah tarafından Mehmet Ali Paşa’ya Mısır, valiliği veraset yolu ile (babadan oğula geçmek suretiyle) ve Akkâ eyaleti muhafızlığı hayatı boyunca ve­rilecek ve bu kararın kendisine bildirilmesinden itibaren on gün içinde kabul etmediği takdirde Akkâ eyaletini kaybedecek, direnmede on gün daha ısrar ederse anlaşmayı imza eden devletler Osmanlı Devleti’nin çıkarlarına ve durumun gereklerine göre hareket etmekte serbest ka­lacaktı. Bu kararı bildirmekle görevli olan Dışişleri Müsteşarı Sadık Ri­fat Bey’in Mısır’da yazdığı hâtıralarından da anlaşıldığına göre Mehmet Ali Paşa pişmiş aşa soğuk su katmak için dil değiştirip yabancı devlet­lerin işe karışmasını yersiz gördüğünü ve efendi ile kul arasına girme­ye düşmanların hakkı bulunmadığını ve efendisi tarafından kendisine herhangi bir hizmet emredilirse uyacağını Rifat Bey’e özel şekilde söy­leyerek işi doğrudan doğruya saltanat makamı ile görüşmeye bırakmak istedi, devletlerin kararını olduğu gibi kabulden çekindi. Bunun üzeri­ne savaş yoluyla haddinin bildirilmesine gidilerek karadan ve denizden gönderilen kuvvetlere yenilerek babadan oğula geçmek üzere yalnız Mı­sır Valiliği ile yetinmek zorunda kaldı. 1256-1840.

Dertlerin sonu sayılan Mısır meselesi bittikten sonra Osmanlı Dev­leti’nin rahatlıkla ilerleme ve reform yolunda ağır adımlarla fakat gü­venlik içinde ilerleyeceği umut edilmekte ve Tanzimat-ı Hayriye beklenilen ışıklarını göstereceği sırada bir Kutsal Yerler problemi çık­tı (11). Bu mesele Katolik ve Ortodoks rahipleri dolayısıyla Fransa ve Rusya devletleri arasında mezhep üstünlüğü çekişmesinden ibaret ise de anlaşmazlığın çıktığı yer Filistin bölgesi olduğundan doğrudan doğ­ruya Osmanlı Devletini ilgilendiriyordu. Mesele uzadı, hükümet adam­larımızın başına hakkından gelinmez zorluklar çıkardı. Nihayet Rusya imparatoru tarafından olağanüstü elçi olarak Prens Mençikof İstanbul’a geldi.

Mençikof’un görevi başlangıçta yalnız kutsal yerler meselesinin çözümü zannedilmişti. Halbuki daha ağır ve gayet önemli ikinci bir me­sele daha ortaya çıktı; Ruslar, Ortodoks Osmanlı vatandaşları üzerin­de bir çeşit koruma hakkı istiyordu (12) bu yeni teklifler padişah sarayında ve Bâb-ı Ali’de yapılan çeşitli toplantılarda enine boyuna gö­rüşülüp incelendi. Söylentiye göre sarayda padişah önünde ileri gelen bakanlardan kurulu özel bir toplantıda Sultan Abdülmecit ortaya çıkan meseleyi kendisi açıklayıp esasını anlatırken Sadrazam Damat Meh­met Ali Paşa (13) ikide bir “efendim Moskof’a kılıç” diye söze atılır ve padişah tarafından “sen sus” diye azarlanarak Mehmet Emin Rauf Pa­şa’ya fikrini sorarmış. Rauf Paşa ise âdeti olduğu gibi hiç konuşmaz dinlermiş. Aristo’nun “Allah insana bir ağız iki kulak vermiştir, bir söy­leyip iki dinlemek için” sözü yılların eskittiği vezirde en yüksek uygu­lamasını bulmuştu. Her neyse, bu özel toplantıda ince düşünceli padişah olayın lehinde ve aleyhinde fikir ve kanaatini belli etmemiş ve fakat Rus tekliflerinin kabul edilmemesi eğilimi ile toplantı dağılmıştı.

Mençikof birkaç gün içinde Bâb-ı Ali’ye ültimatom vererek pasa­portlarını istedi (14). Padişah bundan fek fazla sıkıldı. Rusya ile savaş kaçınılmaz görünüyordu. Padişah sıkıntılı zamanlarında hırçınlık gös­terirmiş, cuma günü sabahleyin yanındakileri kasıp kavurmaya başla­mış ve selâmlığa giderken mühr-ü hümayunun Mehmet Ali Paşa’dan geri alınmasını, Reşit ve Fethi paşaların saraya çağırılmasını emretmiş. Mehmet Ali Paşa’dan mührü-û hümayunu Defterdar Burnundaki (15) mescitte namaz kılınırken almışlar, hatta paşa biraz mırıldanmış; Sul­tan Abdülmecit namazdan dönüşte Fethi Paşa (16) ile kısa ve Reşit Pa­şa ile de uzunca bir görüşmeden sonra sadrazamlığın Giritli Mustafa Paşa’ya verilmesi Rifat Paşa’nın dışişleri bakanlığından azledilerek ye­rine Reşit Paşa’nın getirilmesi kararlaştırılmış. Padişahın bu değişik­likte iki amacı vardı. Biri Rus tekliflerinin yeni hükümet tarafından bir kere daha etraflıca incelenmesi ve diğeri Fransa ve İngiltere politika­larının okşanması idi. Reşit Paşa İngiliz politikası taraftarlığı ile şöhret yapmış olduğu gibi Mustafa Paşa da Girit valiliğinde bulunduğu sıra­da Fransızların gözüne girmişti.

Yeni kabine, Bâb-ı Âli’de bütün divan görevlilerinden, azledilmiş eski vezirlerden ve müşirlerden, ileri gelen din adamlarından ve diğer devlet adamlarından oluşan olağanüstü bir genel meclis topladı. Mec­liste hazır bulunan şahıslardan işittiğime göre başkanlık görevini Reşit Paşa yapmıştır. Meclisin toplanma amacı Rus tekliflerinin kabul veya reddi hakkında kesin bir karar vermek olduğunu Reşit Paşa söyledik­ten sonra kabul edilir ise devletçe doğabilecek idari tehlikeleri ve siya­si zararları saymak ve kabul edilmemesi halinde Rusya ile savaşı göze almak gerekeceğini söylemiştir. Ve verilecek kararın bilgi üzerine da­yalı olması için Rus savaşma karşı askeri, mali ve siyasi gücümüzün bilinmesi gerektiğinden ilgili bakanları birer birer açıklama yapmaya çağırmıştır. Eski Serasker Mütercim Rüştü Paşa (17) ordunun sefer ha­lindeki asker sayısından ve bunun ne kadar zamanda toplanabileceğin­den, Tophane Müşiri Fethi Paşa silah ve cephane mevcudundan ve Kap­tan Paşa donanma işlerinden ve Maliye Bakanı Muhtar Bey hazinenin o günkü durumundan bahsederek yeterli bilgileri vermişler, sonra eski Dışişleri Bakanı Rifat Paşa bu meselede büyük devletlerin görüşlerin ve Osmanlı Devleti’nin siyasi durumunu açıklanmıştır. Reşit Paşa tekrar söze başlayarak “şu verilen bilgileri işittik, şimdi de şerefli şeriatın konuşmasını dinleyelim” diyerek Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey döndüğünde o da toplantıda bulunan ve rütbesinin küçüklüğü dolayısıyla arkalarda oturan Fetva Emini Refik Efendi’ye işaret ettiğinde! Refik Efendi yerinden kalkarak “efendim ortaya doğru buyurun, hepimiz işitelim” diyerek Reşit Paşa’nın çağırması üzerine binişiyle salım salma ileri gelerek “savaş için güçlü olmak şarttır, gücünüz varsa savaşın” diyerek salına salına yerine dönmüş.

Bundan sonra görüşmelere başlanıp birinci makalede yazdığının şekilde Mehmet Emin Rauf Paşa’dan olumlu olumsuz bir tek kelimelik söz alınamamış idi. Paşası gibi kısa akıllı olan evvelki sadrazamın(18 kethüdası olan Refik Bey- sonraları karantina meclisi üyeliğinde bulunmuştur-konuşanlar arasına karışarak “efendim gerçeği gizlemek doğru değildir. Bu kadar güç ve kuvvet hasıl olunca kararsızlığa yer var mıdır, hemen savaş ilanı ile padişah sayesinde Petersburg’a kadar gitmelidir” demesi üzerine Ali Paşa sabredemeyip “beyefendi, Rusya elçiliğinden pasaport almayınca Petersburg’a gidilemez” karşılığını ver­diğini anlatanlar hikâye ederlerdi.

Bâb-ı Âli inandırıcı deliller ve susturucu cevaplarla Rus istekle­rini reddetti ve devletin haklarını ve bağımsızlığını kayırmak yolunda gösterdiği ağırbaşlı tutumu ile dost devletlerin güvenini kazandı. Mençikof İstanbul’dan defolup gitti. Şaşılacak şeylerdendir ki bu adamın adı halkın hafızasında kazınmış kalmıştır. Bir yolcunun çabuk dönmesi için ayrıldığı evin sokak kapısından bir kova soğuk su dökmek kadınları­mızın eski âdetlerindendir. Mençikof’un gittiği gün “ayağı dağlansın bir daha gelmez olsun” diye birçok evlerden sıcak su dökmüşlerdi.

1269-1853 senesi sonlarında savaş ilan edilmiştir. Tuna boyunda başlayan çarpışmalarda askerlerimizin cesur hareketleri İngiltere ve Fransa’da hoş yankılar meydana getirmiş ve Sinop’ta gemilerimizin yan­ması (Safer 1270-1853) savaşa katılmalarını gerektirmiştir. Reşit Paşa İngiliz elçisi ile ittifak anlaşmasını yapmak ve imzalamak için çok uğ­raşmıştır derler. Osmanlı kuvvetleriyle beraber İngiliz, Fransız ve sonra Piyemont-Sardunya (19) askerlerinin Sivastopol’u (20) ele geçirmesi üzerine barış kararlaştırılarak görüşmelerin Paris’te yapılması uygun bu­lunmuştu. İki sene devam eden savaş sırasında devletin siyasi işleri Reşit ve Âli paşaların usta ellerinde yürütülmüş, azil olundukları sıralarda bile yine onlardan ilham alınmıştı. Zaferi taçlandıracak barış antlaşmasına hangisi imza koyma şerefine kavuşacaktı? Âli Paşa tercih edi­lerek delege tayin edildi. Fakat yanma ikinci delege olarak Reşit Paşa’nın oğlu ve Paris elçisi Cemil Bey verildi.

Paris Antlaşması (Safer 1272-30 Mart 1856) Osmanlı Devleti’ne bir ümit ve yeni bir devir açıyordu. Geleceğini yeni duruma göre dü­zeltmek devlet adamlarına düşen gayret borcu idi.

Sivastopol’den dönen müttefik devletlerin askerleri bir müddet İstanbul’da durup beklemişti. Reşit Paşa’ya karşı olanlar bunu dediko­du sermayesi yaparak “bir adama gel demek kolaydır amma git demek zordur, Didonlar İstanbul’un havasından hoşlandılar, bakalım nasıl gidecekler” diye söylentiler çıkarıp halk arasında yaydıkları gibi padi­şahın kulağına da ulaştırdılar. Reşit Paşa birgün saraya çağrılıp padi­şahın yanından ter içinde çıktıktan sonra doğru Fransa ve İngiltere elçiliklerine gidip elçilerle görüşmüş, İngiliz ve Fransız askerleri ağır eşyalarını haraç mezad İstanbul’da çabucak satarak acele İstanbul’dan ayrılmışlardı. Reşit Paşa o sıralarda azledilmişti. Fakat yine elçilikleri inandırmayı başarmıştı.

Reşit Paşa kıskançtı. Yetiştirmiş olduğu Âli Paşa’nın sivrilerek kendisine rakip olmasını bir türlü içine sindiremedi. Paris Antlaşmasına karşı çıkan yazıları bundan dolayıdır.

Reşit Paşa mevki düşkünü idi. Büyük adamlarda mevki düşkün­lüğü hoş görülebilir. İnsanlık gereği insanın kendini beğenmişliğe kapılmaması mümkün olamıyor. Reşit Paşa’da ise üstünlük iddiası fazla idi. Sofu taslaklarından ve sofuluk yüzünden devlet adamları sırasına gi­ren iki yüzlülerden ve eski devir düşkünlerinden kendisine karşı bir hü­kümet grubu bulunduğuna göre o biçim cahillerin üste çıkmalarına meydan vermemek ve fırsat düştükçe başlarını ezmek devlet çıkarlarına uygundu. Ama bazı kere iş bu sınır içinde kalmazdı.

Eski doktorlarımızdan Serviçen Efendi bana anlatmıştı ki vazife­den uzaklaştırıldığı günlerde bir gün Reşit Paşa’nın ziyaretine gitmiş ve iyi niyetle işten, yorgunluğundan, dinlenmeye ve hava değiştirme­ye ihtiyacından bahsederek Edime ve Bursa gibi havası güzel ve yakın vilayetlerden birini elde ederek bir müddet sağlığı ile ilgilenmesini tavsiye etmiş. Reşit Paşa acı acı çubuğunu üfledikten sonra “Serope, Serope, sen bunu kendiliğinden mi söylüyorsun, yoksa sana öğrettiler mi?” diye hiddetle sormuş. Serviçen Efendi’nin derhal aklı başına ge­lerek “bana kimse öğretmedi, özellikle aziz sağlığınızı düşünmem so­nucu olarak arzettim” diye yeminler yalvarmalarla paşanın ayaklarına kapanmış ve “Serope aklını başına al, paşa efendilerimiz İstanbul’da rahat etsinler diye ben dağda bayırda sürtemem” uyarıcı cevabı ile ya­kayı kurtarmış. Serviçen Efendi ilave etmişti “yine tamamen içim ra­hat etmedi, veda ettikten sonra merdivenlerden inerken kavas başı geliyor mu diye usulca arkama bakıyordum”

Günün birinde İngiltere büyükelçisi İslâm hilâfet makamınca ya­pılması güç bir istekte bulunmuş ve isteğini ısrarla sürdürmüş. Bâb-ı Âli ve padişah hayli sıkılmış. Reşit Paşa sadrazamlığa getirilerek elçi de isteğini bir daha ağza almamış. Olayı ahlatan şahıs bu istekte Reşit Paşa’nın parmağı olduğunu ve padişahın da bunu sezdiğini şüphesiz sayardı.

 

AÇIKLAMALAR

1— Seyid Ali Paşa Sultan Mahmut II. devrinde 1819yılında bir sene kadar sad­razam olmuş ise de önemli bir iş başaramamıştır.

2— Pertev Efendi (Paşa) XIX. yüzyıl Tanzimat öncesi meşhur şair ve devlet adamlarındandır. Sultan Mahmut II. zamanında ilk defa içişleri bakanı olmuştur. Pek çok yetenekli gencin yetişmesine önayak olmuş, ayni zamanda yaşamış olan Akif Paşa'nın gadrine uğrayarak idam edilmiştir. Sorgusuz yargısız idam edilen son devlet adamıdır.

3— 1244-1828 Osmanlı-Rus seferi, Yunan isyanı sırasında Navarin’deki Türk donanmasının Avrupa devletleri müşterek donanması tarafından batırılması olayı üzerine Ruslarla yapılan savaştır. Rus ordularının Edirne önlerine kadar gelmeleri üzerine 1829 yılında Ruslarla Edime Barışı yapıl­mış ve Yunanistan bağımsızlığı kabul edilmiştir.

4— 1270-1853 savaşı İngiliz ve Fransızlarla müttefik olarak Rusya ’ ya karşı girişilen Kırım seferidir. 1856 Paris Antlaşması ile sona ermişti.

5— Buhtınasar (Nabohodarasar), Mezopotamya ’da M. Ö. Vl. yüzyılda yaşamış olan Bâbil Devleti hükümdarıdır. Filistin ’deki Yahuda Devleti’ni yıkarak Yahudileri esir eden ve Bâbil’e götürerek meşhur asma bahçeleri yaptıran kraldır.

6- Yazar bu kıyaslamada haklıdır. Çünkü Reşit Paşa Tanzimat reformlarını uygulamak için bütün eski düşüncelilerle tek başına mücadele etmiş ve bunu başarıya da ulaştırmıştır. Mithat Paşa ise mücadelesinde Reşit Paşa'nın açtı­ğı batılılaşma hareketinin yetiştirdiği ve batıda eğitim görmüş pek çok taraf­tar bulabilmiş ve hele bunlar arasında Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Yeni Osmanlılar adı verilen ve hepsi yazar olan kuvvetli bir gruptan destek görmüş olmasına rağmen eserini kendi bile görmemiş ve bir senelik bir uygulamadan sonra da rafa kaldırılmıştır. Bu bakımdan Reşit Paşa elbette daha başarılı ve ıslahatını daha olumlu bir şekilde uygulayabilmiş bir reformatördür.

7— İlk Türk parlamentosunun faaliyette bulunduğu Birinci Meşrutiyet adı veri­len dönem 20 Mart 1877’den 14 Şubat 1878yılına kadar devam etmiştir. Buna göre çalışma süresi iki sene değil bir seneyi bile bulmaz. Ancak parlamento 30 sene kapalı kalmasına rağmen anayasa yürürlükten kaldırılmamış ve her sene ilanı günü devlet yıllıklarında yayınlanmıştır. 1908’de ordunun önayak olduğu direnme üzerine yeni seçimler yapılarak tekrar toplanmıştır ki tarihi­mizde bu olaya İkinci Meşrutiyet adı verilmiştir.

8— İbrahim Paşa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu olup üzerine gönderilen Osmanlı ordularını birkaç defa yenmeyi başardı.

9— Konya yakınlarında yapılan bu savaşta kumandan Mehmet Reşit Paşa değil sadrazam Reşit Mehmet Paşa’dır. İsimde bir yer değiştirme olmuş.

10— Burada bir dil sürçmesi olsa gerek. Zira Konya bozgunundan sonra Avrupa devletlerinin işe karışması ile 5 Mayıs 1833’te Mehmet Ali ile anlaşan ve ona birçok kıymetli eyaletlerini kaptırmış olan Padişah Mahmut II. Rusya tara­fından yapılan yardım teklifini denize düşen yılana sarılır örneği olarak ka­bul etmiştir. Kendisi Rusya’dan yardım istememiştir.

11— Kutsal yerler problemi, Kanuni Sultan Süleyman zamanından beri Katolik mezhebindeki Hıristiyanlara bırakılmış olan Kudüs ve yöresindeki kutsal sa­yılan kilise ve diğer tapınakların bakım ve yönetimi işinde Ortodoks Hıristiyanları temsilen Rusların da hak istemeleridir.

12— Mençikof bu ikinci isteğini 1774 yılında Ruslarla yapılan Küçük Kaynarca Barışının 7. maddesindeki bir ifadeye dayanarak ileri sürmüştür.

13— Damat Mehmet Ali Paşa padişah Abdülmecid’in kız kardeşi olan ve bu gün­kü Kandilli Kız Lisesi’nin bulunduğu binanın sahibi olan Âdile Sultan’ın kocası olduğundan padişah damadı sayılırdı.

14— Bir yabancı ülkede diğer bir ülkeyi temsilen bulunan bir elçinin pasaport iste­mesi o memleketin kendi ülkesi ile arasındaki siyasi ilişkilerin kesilmesi, do­layısıyla da savaş ilânı anlamını taşıdığından Mençikof’un bu isteği de bu anlamdadır.

15— Defterdar Burnu, Boğaziçi’nde Ortaköy’den Bebek’e giden sahil yolu üzerinde bugün de aynı adı taşıyan semtin adıdır. Bu ad, orada bir cami ve yalı yaptır­mış olan Defterdar İbrahim Paşa’nın adından dolayı verilmiştir

16— Fethi Paşa, XIX. yüzyıl Osmanlı devlet adamlarındandır. Paris ve Viyana elçiliklerinde bulunmuş ileri görüşlü Tanzimat dönemi vezirlerindendir. Abdülmed’in kız kardeşi Atiye Sultan ile evli olduğundan padişah damadı idi. Memleketimizde ilk müzeyi kuran adamdır.

17— Mütercim Rüştü Paşa, Tanzimat devri devlet adamlarındandır. Ali ve Fuad paşalardan sonra beş defa sadrazam olmuştur.

18— Bundan evvelki Sadrazam Damat Mehmet Ali Paşa idi.

19— Piyemont-Sardunya, İtalyan birliğinin kurulmasında önayak olan İtalya’daki küçük devletlerden birisi idi.

20— Sivastopol; Rusya’nın Kırım yarımadasındaki büyük askeri üslerinden birisi idi. Müttefikler buraya asker çıkararak şehri ele geçirdiler.

Kaynak: Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985, Ankara. S.61-71.

 Konunun pdfsi için tıklayınız.


  
938 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam93
Toplam Ziyaret1042510
Saat